Sorumluluk almadığımız bir yaşam yaşayalım olur mu? Hiç bir şey ve hiç kimse benliğimize dokunmasın.İşimize geldiği gibi dillendirelim ruhumuzu. Zaten sevgi, erdem emek hepsi boş lakırdı. Kandırmalarımız devam edelim önce kendimizi. Devam edelim ki; sırça köşkümüz yıkılmasın......işimize geldiği gibi davranalım.Başkalarından, yaşanmış anlardan, düşlerden, düşüşlerden biraz kahkaha ve bolca gözyaşından bize ne?Anlam ve gerçek nedir ki zaten? Hiç. Günü kurtarmak iyidir. Zaten kendi sıkıcı dünyamızda yanlızlığımızla boğuluyoruz ve bunu da seviyoruz. Nazik egomuzu durduk yere başka kişilerle incitmenin ne anlamı var? Hele hele modası geçmiş sevgi söylemlerinin gereksizliği belli .İşimize geldiği gibi yapalım. Yargılanmakdan nefret edelim ama yargılarımıza da kılıf bulalım. Kabul eden de böyle etsin canım.. etmez ise sadece bir kalp atımı zamanı güle güle deriz; yeter ki üzerimiz de yük olmasın...Boğuluyorum
Kıyıdaki Elmaya Bir Ses
ey canımın güftesi, eylülün ikinci haftasıydı o sıra
bana gülümseyerek getirdiğin bir bardak suydu o sıra
hatırla denize hiç bakmadık çünkü kıyısındaydık
bir elma kendi kendine büyür dururdu o sıra
bir kıyı ikindisiyle bir elma öyle kendiliğinden
büyürler bir öfkenin ya da bir dağın yanısıra
bir kıyının beslerliği bir elmadan ayrılmaz gibi ama
elma soğuk bir kış akşamında bile yenir ısıra ısıra
bir öfkeyi diriler durmadan elma, ovadan gelir
elbet küfelerle sandıklarla hüzünlerle ardısıra
ey geçmişten gelen konuk, sonsuz düğmelerimi tut
yerlerini yadırgayan sonsuz iliklerin adına
ey canımın güftesi, denize hiç bakmadık, hatırla
tek pencereli bir odada elma yedik ısıra ısıra
elmanın topraktan süzdüğü, gemilerin denizlerde gezdiği
bir tatildi, bir geçiştirmeydi, yalnızlıktı bir kusura
neydi, ne doğruydu, nerden vardık yakışmıyor konuşmak bize
öyle barışlar okuyup yalnızlığı yaşamak kara kara
ey canımın güftesi, ey penceresi bütün sıkıntılarımızın
bizim babalarımız neden ölürlerdi hatırla sıra sıra
bu söylediğim iyi bir şarkıdır elle bile hatırlanır
yani şu, ateş ve deniz buluşurlar bir limanda arasıra
yani şu, elma yenir ve balık durmaz kaçar
ama yenilmezler artık buluştukları sıra
Ben Düşkün Değilim
Ben düşkün değilim. Ben düşkünlüğün kendisiyim. Bu varyeteyi, bu esrarlı yolda sürdüreyim diye açığa vurduğum düşkünlüğün. Görüp göreceğin her bir düşkünlük ve her bir kafa benim asıl. Ebediyen kafayım ve müptelayım. Burda kafa derken gözünüzde iyi kötü bir şey canlansın maiyetinde diyorum. Devamını siz getirin. Hakikat benim ve müptelayım o hakikate. Önüme döküntü bir duvar ve bir çöp tenekesi koyun, Allahıma, ölene dek kılımı kıpırdatmadan oracıkta otururum. Duvar benim çünkü, teneke benim. Bana yalnızca, orda oturup duvara ve çöp tenekesine bakacak biri gerekir. Buyur edecek bir insan evladı yani. Ben hiçbir şeye bakamam. Körüm. Hiçbir yerde de oturamam. Üstüne kıçımı koyacağım bir şey yok.Dur, hazır ağzımı açmışken şu malın gözü aleyhtarlarıma da iki çift laf edeyim. İnsan soyundan nefret ettiğimin aslı yoktur. Ben sadece, insanoğlundan haz etmiyorum. Hayvanlardan haz etmiyorum. Nefret değil hissettiğim. Şu tadına doyamadığınız laf salatanıza dalarsak en makul sözcük midemi kaldırıyor olabilir. Yine de insan bedeninde ve insan bedeniyle yaşamaya mecburum. Asla katlanamayacağınız bir hadiseye eyvallah diyeceksiniz.Üzerinde haşaratların yaşadığı bir gezegene düştüğünüzü hesap edin. Körsünüz. Keşsiniz. Allem edip kallem edip, haşaratlara esrarlı şeyler getirtmeyi başarmışsınız. Binlerce sene orda, onlarla yaşamış olsanız da, haşere köleleriniz halen daha, içten içe midenizi kaldırıyor. Ne zaman bir yerinize değseler aynı hisse boğuluyorsunuzBen de insan kölelerim için tam tamına böyle hisler besliyorum işte. Beş yüz bin bilmem kaç yıl önce teşrif ettiğim bu yere ayak bastığım andan beri aklıma takılan tek bir şey var. Sizin insanlık tarihi dediğiniz şey, benim kaçış planımın başlangıcına dayanıyor.Sevilmeye lüzum yok. Affedilmeye lüzum yok. Benim defolup gitmem lazım buradan.
Bilmem Geceyi Artık
Bilmem geceyi artık, ölümün müthiş belirsizliğini
Bir yıldız filosu atar çapasını yüreğimin limanına
Ah nöbetçi Hesperos, kayalıklı tepelerinden
Şafağı bildirirken beni düşleyen bir adada
Gök mavisi bir esintinin yanında parlayabilesin diye
Yüreğimin gerçek yıldızıyla sarmaş dolaş
Yelkenlerini açar ikiz gözlerim: bilmem geceyi artık
Beni yadsıyan bir dünyanın adlarını bilmem artık
O
kurum deniz kabuklarını, yaprakları ve yıldızları apaçık
Beni yeniden gözleyen bir düş değilse şayet
Nefretim gereksiz göğün yollarında
Ölümsüzlük denizi boyunca yürümüşken ağlayarak
Ey Hesperos, altın ateşinin takı altında
Bilmem yalnızca gece olan geceyi artık.
Gizlice içtik
El değmemiş bardaklarda
Belki bize ayrılmış
Şarabı.
Gizlice içtik
Güneşi arayan
Kalabalığın ortasında.
Çıkışındaydık labirentimizin
Ve uzak değildi tehlikeden ellerimiz.
Gök mavisi tepeler içindi
Ağaçların tepeleri için
Ve aylak atmacalar.
Zamanımız vardı daha ve düşünüyorduk
Korumayı çayırları ta ufka kadar
Gizlice sevdik
Ve biliyorduk kısa zamanda
Kurtarılamayacağını bunca sevincin.
Geleceğiz bir araya bir köşesinde fundalıkların
Ve göreceğiz yine denizi
Oldukça uzaktaki.
Dememiz gerekecek birbirimize
Ve daha da içmemiz gerekecek.
Sonra kucaklaşacağız gece boyunca
Ve kaplayıncaya değin çiğler
Bekleyerek kayalarla
Ormanların ateşini.
Gogot'u Beklerken
Bırak, bırak tüm bunları diyecektim. Kimin konuştuğunun ne önemi var, biri kimin konuştuğunun ne önemi var dedi. Biri kalkıp gidecek, giden ben olacağım, ben olmayacağım o, ben burada olacağım, buradan uzaktayım diyeceğim, ben olmayacağım o, hiçbir şey söylemeyeceğim, bir öykü anlatılacak, biri öykü anlatmaya çabalayacak. Evet, yadsımıyorum artık, herşey düzmece, hiç kimse yok, anlaşıldı değil mi, hiçbir şey yok, tümceler de kalmadı, hadi alıklaşalım, tüm zamanların, tüm zaman kiplerinin alığı olalım, sona ermesini beklerken bunun, her şeyin geçip sona ermesini, seslerin kesilmesini, yalnızca sesler var, yalnızca yalanlar. Buradan, gitmek buradan bir yere varmak, ya da kalmak burada ama bir aşağı bir yukarı dolanarak. Önce kımılda, bir beden gerekli, eskisi gibi, yadsımıyorum bunu, yadsımayacağım artık, bir bedenim var diyeceğim, ayağa kalkacağım, yaşamak diyeceğim buna, benim diyeceğim, ayağa kalkacağım, düşünmeyi bırakacağım, işimle dolu olacağım, ayakta durmakla, ayakta durmayı sürdürmekle, yer değiştirmekle, katlanmakla, yarına, gelecek haftaya sağ çıkmaya çalışmakla, yeterli olacak fazlasıyla bütün bunlar, bir hafta, ilkbaharda bir hafta fazlasıyla yeterli olacak, yaşam şırıngalayacak içimize.
Bir çiçeğin büyümesi bizi ne kadar kederlendiriyorsa ölüm de o kadar
kederlendirmeli. Korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da yaşanamayan
hayatlardır. İnsanlar hayatlarına saygı duymuyorlar, işiyorlar
üstlerine, sıçıyorlar. Geri zekalılar. Tek düşündükleri düzüşmek,
sinema, para ve düzüşmek. Hiç düşünmeden yutuverirler Tanrı'yı, hiç
düşünmeden yutuverirler vatanı. Çok geçmeden düşünme yeteneklerini
yitirir, başkalarının onlar için düşünmelerine izin verirler. Pamuk
beyinliler. görünümleri çirkin, konuşma biçimleri çirkin, yürüyüşleri
çirkin. Yüzyılların olağanüstü bestelerini çalın onlara duymazlar. Çoğu
insanın ölümü aldatmacadır. Ölecek bir şey kalmamıştır geriye.
kaptan yemeğe çıktı ve tayfalar gemiyi ele geçirdi
Şizofren Aşka Mektup
-Bir şizofrendim artık, yalanlar söylüyordum, hem sana hem de ona...kendimi tanıyamaz olmuştum.Hangisi bendim?içimdeki, o güzelliğiyle dünyayı elde etmeye kışkırtılmış, karanlık ve ilgi tutsağı kadın mıydım; yoksa uğruna hayatından vazgeçmeye hazır olduğu aşkına mahkum, ezilmiş, kapılarda bırakılmış, verdiği güven ve taşıdığı masumiyetle sana cazip gelmeyen o sevdalı kadın mı? İkisi de olmak istemiyordum.Ama ikisinden de vazgeçemiyordum.Sanki biri olmazsa diğeri yıkılacak gibiydi.Birbirinden nefret eden ve birbirinin varlığına tahammül edemeyen bu iki benlikle yalnız kaldığımda çıldıracak gibi oluyor, ağır ağır ruhumu öldürüyordum. Artık yalnız kalmak dayanılmaz olmuştu benim için.Seni göremediğim zamanlar ona gidiyor, onu göremediğim zamanlar sana sığınıyordum.İçimdeki bu birbirinden aykırı iki kadın beni durmadan diplere çekiyordu..
Açlığını duyduğum senin sevgindi, cinsellik değil.. Ne onda, ne başka birinde, nede dünya üzerinde hiçbir yerde olmayan, sadece ruhunun o karanlık, o binbir gizemle dolu bahçesinde gezinirken hissedebildiğim sevgin..
- Sorardım, senden değil, neden hep kendimden kaçtığımı..
Her yeni ilişkiyle içimdeki boşluğun biraz daha derinleştiğini bildiğim halde bu hayatı neden sürdürdüğümü sorardım kendime.
-Bense seni hep inkar ettim, elimde kalan son sevgiyi, son masumiyeti koruyabilmek için..
-Yalnızım. Bunca acı tek bir söze nasıl sığabiliyordu.. Aldım bu sözü dudaklarınızdan kalbimi onunla parçaladım... O söz ki; rengi yarım kalmış aşkların tarifsiz esmerliğine kaçıyordu.O söz ki;sapladıkça kalbimin her parçasına yüzünüzü yeniden çiziyordu... Şimdi
Deli
Delinin tekisin elif
kıyına yelken açtığım gemiler
batıyor yüzünün tuzlu sularında
savaş diyenler var bence gençlik…
alınyazısı göndermişsin mektup diye
bileklerin kadar bir akşam inceden
Delinin tekisin lam
kazakların neden parmaklarına dek
sigara tutuşunca alev alıyor günler
kapanan bir şiir dergisi olsun aşk
yavaş diyenler var bence seneler
Delinin tekisin mim
saç tellerine takılmış uçurtma
gecenin flütüyle yanıyor yıldızlar
öyküler uzun sevişmek güzeldi gidiyorsun
uzun bir yoldan henüz döndüm oysa ben…
kıyına yelken açtığım gemiler
batıyor yüzünün tuzlu sularında
savaş diyenler var bence gençlik…
alınyazısı göndermişsin mektup diye
bileklerin kadar bir akşam inceden
Delinin tekisin lam
kazakların neden parmaklarına dek
sigara tutuşunca alev alıyor günler
kapanan bir şiir dergisi olsun aşk
yavaş diyenler var bence seneler
Delinin tekisin mim
saç tellerine takılmış uçurtma
gecenin flütüyle yanıyor yıldızlar
öyküler uzun sevişmek güzeldi gidiyorsun
uzun bir yoldan henüz döndüm oysa ben…
Bir şey kalmaz geride,hiçbir şey,
Hiçiz biz.
Biraz güneşte,biraz havada geciktiririz
üzerimize çöken solunamaz karanlığı,
küçük düşürülen,dayatma altındaki yeryüzünü.
Üreyen,ertelenmiş cesetler,
kararlaştırılmış yasalar,görülmüş heykeller, bitirilmiş methiyeler
Her bir şeyin kendi mezarı vardır.
Bizlerin, bildik bir güneşin kan bağışladığı etin akşamı oluyorsa,
onların neden olmasın?
Öyküyüz biz,öyküler anlatan,başka hiç.
Jack Kerouac'tan Ted Barrigan'a
Batıl inançlarım? Dolun aydan kuşkulanır oldum. Dokuz rakamı ile ilgili bir takıntım var ama Balık burcu olduğumdan yediden şaşmamamı söylüyorlar bana; günde dokuz kere tersten yere eğilirim mesela; yani, banyoda amuda kalkar, ayak parmaklarımın ucuyla zemine dokunurum, dengemi muhafaza ederek. Bu yogadan öte bir şey, atletik bir başarı, "dengesiz" olduğumu kimse iddia edemez. Açıkçası aklımı yavaş yavaş kaçırdığımı düşünüyorum. Bir başka rituelim, akıl sağlığımı ve enerjimi muhafaza etmem konusunda İsa'ya dua etmek, öyle ki aileme destek olmayı sürdürebileyim: yani felçli anneme, eşime ve etraftan eksik olmayan kedi yavrularına. Oldu mu?
Ben yalnızca ters bir insan değilim; hatta nasıl biri olduğum da belli değil: Ne tersim, ne uysalım, ne alçağım, ne onurlu, ne kahraman, ne de kaçık! Kendi köşemde akıllı insanların ciddi bir başarıya ulaşamayacağı, iş tutanların, başarıya ulaşanların ise yalnızca aptallar oldukları gibi, kin dolu, boş bir avuntuyla günlerimi doldurup gidiyorum işte...
Uzun Bir Suskunluktan Sonra
Uzun bir suskunluktan sonra konuşmak, yanlış sayılmaz
bütün sevdiklerimiz ölüp gitmişlerse;
Lambanın o düşman ışığı gizlemişse kendini
Ve perdeler inmişse düşman gecenin üstüne
Durmadan, durmadan eşlik edelim diye
O yüce Sanat ve Şarkı söyleşisine:
Bilgeliktir bedenin yıpranması; gençken
Sevdik birbirimizi, habersizdik dünyadan.
bütün sevdiklerimiz ölüp gitmişlerse;
Lambanın o düşman ışığı gizlemişse kendini
Ve perdeler inmişse düşman gecenin üstüne
Durmadan, durmadan eşlik edelim diye
O yüce Sanat ve Şarkı söyleşisine:
Bilgeliktir bedenin yıpranması; gençken
Sevdik birbirimizi, habersizdik dünyadan.
Çoğullama
Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri
Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle
Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor - acaba?
Evet, çok değil konuşurken düzeltiyoruz
Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz
Ama biliyorsunuz ki gene de
Hepimiz, işte hepimiz
Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde.
Gözler mi?
Tavana dikili, hayır, pencereye
Yağmalar, sürgünler, yangınlar içinde
Çünkü bu boşluk; tüneller, çukurlar, kapkacak ağızları
Mağaralar, denizler, gökyüzleri değil de
Bu boşluk, o bir türlü dolduramadığımız, o
Orman, dağ, kısacası evrenle. Biz bu lavanta kokularını bilmeden taşıyoruz
Biz bu tavana bilmeden eski rengine boyuyoruz
Bu bizim terliklerimizde ufacık güller oluyor - acaba?
Evet, çok değil, onları bilmeden hoşa gideriyoruz
Sormayın, ama sormayın, bilmeden aralık tutuyoruz kapılarımızı
Bilmeden bekliyoruz, bilmeden uyuyoruz sabahlara değin
Kim bilir, belki de biz
Tanrısıyız en olunmaz şeylerin.
Bu bizim en düzenli hareketimiz: olmak
Asılıp kalmışız sokak fenerlerine
Asılıp kalmışız öyle, görenler bizi görüyor
Görenler bizi görüyor ve gidip geliyoruz dikkatle
Doğrusu, niye saklayalım, hepimiz bunu yapıyoruz
Ama biz yaşıyorken de bunu yapıyoruz sadece
Cansız
Ve gidip geliyoruz dikkatle.
Biz bu kendimizi boşuna soruyoruz kendimize
Boşuna asıyoruz onları, boşuna öldürüyoruz
Bu bizim gözlerimizden ufacık şeyler geçiyor
acaba?
Evet, çok değil, bakışırken düzeltiyoruz
Biz ne garip şeyleriz ki; doluyuz, bazıyız, avuntuluyuz
Ve bizim en güzel öldüğümüzdür bu: yaşamak
Ben biliyorum, yalan mı, siz de biliyorsunuz
Ne zaman bir güçlükle yada acıyla karşılaşsam, hep intiharı düşünmeye yargılı olduğumu biliyorum. Beni korkutan da bu: temel ilkem intihar, gerçekleştiremediğim, hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim ama düşüncesi duyarlığımı okşayan intihar.” İntiharından on dört yıl önce, güncesinde yer alan satırlardır bunlar. Ve devam eder. “Bir iç trajediyi sanat biçiminde dile getirmek ve böylece ondan arınmak, ancak bu trajedinin içindeyken bile duyargalarını geren ve incecik ipliklerle örgüsünü örebilen, kısacası, bir yandan yaratıcı düşüncelerin kuluçkasına yatabilen bir sanatçının başarabileceği bir iştir. Bir çıkar yol olarak intihar yerine, bir sanat eserinin aracılığı ile fırtınayı yaşamak ve baskı altındaki duygulardan böylece kurtulmak diye bir şey olamaz. Bunun ne kadar doğru olduğunu, kendini gerçekten başına gelen bir felaket yüzünden öldüren sanatçıların genellikle sıradan şairler, duygu taşkınlıklarında içlerini kemiren kanserin en ufak bir belirtisini bile duyurmayan gösteriş düşkünleri oluşu gösterir. Bundan şunu öğrenir insan: uçurumdan kurtulmanın yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır.” “Bir arabanın altında kalmanın yada öldürücü bir hastalığa yakalanmanın korkusuyla kendini öldürmeyi düşünmenin hiç de gülünç ve saçma bir yanı yoktur. Acı çekme derecesinin dışında, insanın kendini öldürmek istemesi, ölümünün önemli, bilinçli ve yanlış yorumlanmaması gereken bir eylem sayılmasını istemesidir. Bu yüzden intihar edecek kimsenin ezilmek yada zatürreeden ölmek düşüncesi gibi anlamsız bir şeye katlanamamasını doğal karşılamak gerekir. Onun için üşütmemeye ve dönemeçlere dikkat” Sorar kendine. “Bu yıl iki kere intiharı aklından geçirdin. Herkes sana hayranlık duyuyor, seni övüyor, seni kutluyor. Öyleyse?” Övgüler, kutlamalar ve başarılar artık kanıksandığı için midir? Hayaller gerçekleşmiştir. Yapılacaklar tamamlanmıştır. Geriye bir şey kalmamıştır. Oysa bir sanatçının yaratıcılıktan uzak kalması düşünülemez. Aslında Pavese bilinçli ve de ne istediğini bilen bir insandır. Nitekim: “Cecchi’nin yazısı.. De Robertis’in yazısı, Cajumi’nin yazısı. En büyük “üstatlar” ca övülüyorsun. Sana” Kırk yaşındasın ve ününü yapmış durumdasın: kendi kuşağının en iyisisin ve tarihe geçeceksin; başkalarına benzemeyen, sahici bir yazarsın…” diyorlar. Yirmi yaşındayken bundan başka bir şeyi düşlemiş miydin?” “Peki? ‘Hepsi bu kadar, şimdi ne olacak?’ demeyeceğim. Ne istediğimi bildiğim gibi, elde ettiğim şeyin değerinin ne olduğunu da biliyorum. Bundan başka bir şey istemiyordum. Bunu sürdürmek, daha ileri gitmek başka bir kuşağı da kapsamak, bir tepe gibi sonsuzlaşmak istiyorum. Yarından başlayarak yılmadan aynı yolda yürüyeceğim.” “Ama nasıl inanılmaz bir gözle görmüşüm geleceği isteklerimle yazgım arasında bu ne güzel rastlaşma! Ya bu sonucun değeri eserlerde değil de, bu rastlaşmadaysa?” Doğrusu bu ya, oldukça ürkütücü cümleler… Ama intihara giden yol yine de devam eder… Birkaç ay sonra… “…içimde yazma dürtüsü kalmadı artık, beynimdeki boşluk yeniden beliriyor… Hangi yeniliği bulmalı, nasıl yaşamalıyız ki, bu yenilik de kokmaya başladığı zaman bunu görebilelim… Peki sonra? Bir şeftalinin, bir üzümün mutluluğu. Kim daha fazlasını ister? Yaşıyorum, bu da yeter.” Ve sonrası… “Yaptıklarıma, eserlerime karşı bir tiksinti duyuyorum... Çizginin aşağı doğru inmesi… Hayatı suçlamıyorum, dünyayı güzel ve sevilmeye değer buluyorum. Ama batmaktayım. Yapacağımı yaptım. Olabilir mi? İstek, özlem, bir şeyi almak, yapmak, yeni bir şeye sarılma dürtüsü. Yeniden başlayabilir miyim? (Bütün bunlar “Tepelerdeki Şeytan” ile ilgili bir sürü olumsuz eleştiri çıkması yüzünden.)” Boşluk devam ediyor… “Kendimi hiçbir zaman, şu öğle sonları ve akşamları olduğu kadar bir köşeye kıstırılmış ve sıfırı tüketmiş hissetmemiştim. İçimdeki boşluğu aydınlatacak bir hayat kıvılcımı hala yok. Bu noktadan öteye gidemeyeceğimi, söyleyecek neyim varsa, söyleyip bitirmiş olduğumu çok iyi biliyorum. En kötüsü, bir şeyler başarmış olmam, bu yüzden de her şeyden büsbütün vazgeçmeyi göze alamam. Bu durumdan kurtulacağımı ve başka eserler vereceğimi de biliyorum. Ama çatlak ortada, açıkça görülüyor.”
“Acının düzenli vuruşları başladı.
Her akşam, hava kararırken, yüreğim gece oluncaya kadar sıkılıyor.
” Birkaç gün sonra
“Artık sabahı da kaplıyor acı.”
Nitekim Pavese adım adım gittiği bu sona hazırdır.
“Gizlice en korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.”
“Yazıyorum: Ey, sen, acı. Peki sonra?”
“Bütün gerekli olan biraz cesaret”
“Sözler değil. Eylem.
Artık yazmayacağım”
Bunlar son sözleridir yazarın
dipnot kitap
ÖLÜM GELECEK VE SENİN GÖZLERİNLE BAKACAK
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak
sabahtan akşama dek, uykusuz,
sağır, eski bir pişmanlık
ya da anlamsız bir ayıp gibi
ardını bırakmayan bu ölüm.
Bir boş söz, bir kesik çığlık,
bir sessizlik olacak gözlerin:
Böyle görünür her sabah
yalnız senin üzerinde
kıvrımlar yansıtırken aynada.
Hangi gün, ey sevgili umut,
bizler de öğreneceğiz senin
yaşam olduğunu, hiçlik olduğunu.
Herkese bir bakışı var ölümün.
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.
Bir ayıba son verir gibi olacak,
belirmesini görür gibi
aynada ölü bir yüzün,
dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı.
O derin burgaca ineceğiz sessizce.
“Bir erkekle bir kadın arasında aşktan daha önemli ne olabilir? Bu, insanın bir başkasını kendisiyle bir tutabileceği anlamına gelir: onun her davranışını ve hareketini kendi davranışı ve hareketi gibi görmek, hayatın tadını çıkarmasından hayatın tadını kendimiz çıkarıyormuşuz gibi sevinmek, bizim başkalarıyla yaptığımız şeyleri o başkalarıyla yapıyor diye kendimizi bir şeyden yoksun kalmış hissetmemek, başka bir deyişle, öbür insanları da kendimizi sevdiğimiz kadar sevmek. Bu sevgiye iyilik deniyor. Ama ya o insan kaybolursa? Kendimizin kaybolan bir parçasını sevebilir miyiz? Bunun için kimsenin hiçbir zaman kaybolmadığına, ölüm diye bir şey olmadığına inanmamız gerekir (...) Peki. ama sen ölümü kendin için kabul ediyorsan, bir başkasının da kendisi için kabul etmesine nasıl karşı çıkabilirsin? Bu da iyiliktir. Hiçliğe varabilirsin, ama pişmanlığa ve nefrete değil. Şunu her zaman hatırla: Sana hiç kimse bir şey borçlu değil. Kendinde neye hak görüyorsun? Doğduğunda hayat üzerinde herhangi bir iddian var mıydı?”
Ulysses
uzun süredir öyle yaşıyorum ki
duyuyorum zaman zaman
üzerimden nasıl akıp gittiğini soğuk ve berrak suyun
ve ben yatarken nehrin dibinde
ve söylüyoruz
bir şarkı çimle başlıyor üstü çamurla kaplanıyor
açamıyoruz artık ağzımızı
uzun süredir öyle yaşıyorum ki
konuşamıyorum artık
düşümde bir kent gördüm
sahili betondan
ve ben yatarken nehrin dibinde
ve bakıyorum sudan uzaklara
ışığa,yüksek evlere
ve yeşil yeşil parıldayan yıldızlara
uzun süredir öyle yaşıyorum ki
ve sen gelsen bir gün
ve kapasan gözlerimi
bu bir yalan olurdu
eğer sen beni yalnız bırakıp gidersen
ben seni alıkoyamam
ve peşinden gelmezsem
bir kör gibi bu bir yalan olurdu
duyuyorum zaman zaman
üzerimden nasıl akıp gittiğini soğuk ve berrak suyun
ve ben yatarken nehrin dibinde
ve söylüyoruz
bir şarkı çimle başlıyor üstü çamurla kaplanıyor
açamıyoruz artık ağzımızı
uzun süredir öyle yaşıyorum ki
konuşamıyorum artık
düşümde bir kent gördüm
sahili betondan
ve ben yatarken nehrin dibinde
ve bakıyorum sudan uzaklara
ışığa,yüksek evlere
ve yeşil yeşil parıldayan yıldızlara
uzun süredir öyle yaşıyorum ki
ve sen gelsen bir gün
ve kapasan gözlerimi
bu bir yalan olurdu
eğer sen beni yalnız bırakıp gidersen
ben seni alıkoyamam
ve peşinden gelmezsem
bir kör gibi bu bir yalan olurdu
Eski Defterden
Herşey apaçık birleşiyordu havanın kendisi
Çevrende ta senin yıldızlarına dek,
Ve kuşağın, ve senin her bir inatçı
Esnek adımın, ve her bir pütürlü dizen.
Sen- kimsenin güvencesine bırakılmamış
Olan, yanmakta özgür ve harcanmakta özgür,
Düşün yalnızca: olmamıştı bir ayrılık,
Zamanlar, sular gibi, kavuşur.
Sevincin üstüne bastır- elini, kedere, yıllara!
Artık ayırma birleşen kanatlarını:
Sen egemensin öldürücü sulara,
Gereği yok suları yeniden ayırmanın.
Çevrende ta senin yıldızlarına dek,
Ve kuşağın, ve senin her bir inatçı
Esnek adımın, ve her bir pütürlü dizen.
Sen- kimsenin güvencesine bırakılmamış
Olan, yanmakta özgür ve harcanmakta özgür,
Düşün yalnızca: olmamıştı bir ayrılık,
Zamanlar, sular gibi, kavuşur.
Sevincin üstüne bastır- elini, kedere, yıllara!
Artık ayırma birleşen kanatlarını:
Sen egemensin öldürücü sulara,
Gereği yok suları yeniden ayırmanın.
Biz bir uyumsuzlukla sımsıkı bağlıyız
Ben insanım, ben orta yerindeyim evrenin,
Ardımda – sayısız tekhücreliler,
Önümde sayısız yıldızlar.
Ben arasında bunların uzandım dosdoğru-
İki kıyıyı bağlayan deniz,
İki uzayı birleştiren köprü
Ben Nestor, vakanüvisi mezozoik çağın,
İleriki zamanların ben Yeremya’sı.
Tutarak ellerimde saati ve takvimi,
Geleceğe sürüklendim, sürüklendiğinde Rusya’nın,
Ve geçmişi ilençliyorum, yoksul bir çar gibi.
Ben ölümü daha fazla bilirim ölülerden,
Ben canlılar içinden en canlısıyım.
Ve – Tanrım benim – kelebeğin biri,
Bir kız çocuğu gibi alay ediyor benimle,
Altın yaldızlı bir ipek parçası gibi.
Kimbilir Kaç Kişi Seni Sevdi
Kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi
Kaç kişi güzelliğini sevdi
Belki gerçek aşkla; belki değil
Ama bir tek kişi seni sevdi.
Bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi.
Kaç kişi güzelliğini sevdi
Belki gerçek aşkla; belki değil
Ama bir tek kişi seni sevdi.
Bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi.
Çıngıraklı Şapka
Girdi bahçeden içeri soytarı:
Bahçeyi bürümüştü sessizlik;
Buyurdu ruhuna yüksel yukarı
Ve onun pencere eşiğine çık.
Bağrışmaya başlarken baykuşlar
Doğru yükseldi üstünde saf mavi elbisesi:
Bilge dilli kılmıştı onu düşündüğü
Dingin ve hafif bir ayak sesi;
Genç kraliçe dinlemedi fakat;
Uçuk renk geceliğiyle yatağından kalktı;
Kapadı ağır kanadını pencerenin
Ve mandalını taktı.
Yüreğine emretti soytarı, git ona,
Baykuşlar bırakmışlarken bağırışı;
Kırmızı titrek bir elbiseyle
o da Şarkılar söyledi kapısına karşı.
Tatlı dilli kılmıştı hayali
Çiçek gibi saçların bir uçuşmasının;
Fakat onu kraliçe havalara savurdu
Yelpazesini alıp üzerinden masanın.
‘Çıngıraklı şapkam var.’ dedi
‘Ona yollayacağım ve öleceğim sonra’,
Ve de gün ağarırken
Bıraktı onun geçeceği yola.
Kraliçe saçlarından bir bulutun altında,
Yatırdı bağrına şapka ve çıngırakları,
Ve yıldızlar görünür olana dek havada
Bir aşk şarkısı şakıdı kızıl dudakları.
Kapısını penceresini açtı,
Ve yürek ile ruh girdiler içeri,
Sağ eline kırmızı olan geldi, Sol eline de mavi.
Ağustos böceklerince bir ses yükselttiler,
Akıllı ve tatlı bir cırıltı,
Ve saçı bir katlama çiçekti kraliçenin,
Ayaklarında aşkın sükuneti.
Ben Başkasının Zalimi Olsaydım
ben başkasının zalimi olsaydım
barmeni öldürdükten sonra içkiye susardım
ağzıma damlasını koymadığım o haram
beni kana kana ağlatırdı
ilk kez şaşardım
Allah' ı iliklerine kadar duyan herkesi kıskanırdım
ve melek olup göğe çıkarken kutsal harflerin
yüze yazılı olduğunu anlardım:
meğer insan senin yeryüzündeki suretinmiş allah'ım!
saymadım kaçıncı leşim bu soğuk vücut
benim kitabımda yazmıyor vahdet- i vücud
bilsem taş olurdum yeminle çarpılırdım
arafat' ta şeytandan önce kader
ben başkasının zalimi olsaydım
cezamı çeker de günahımla yanardım.
barmeni öldürdükten sonra içkiye susardım
ağzıma damlasını koymadığım o haram
beni kana kana ağlatırdı
ilk kez şaşardım
Allah' ı iliklerine kadar duyan herkesi kıskanırdım
ve melek olup göğe çıkarken kutsal harflerin
yüze yazılı olduğunu anlardım:
meğer insan senin yeryüzündeki suretinmiş allah'ım!
saymadım kaçıncı leşim bu soğuk vücut
benim kitabımda yazmıyor vahdet- i vücud
bilsem taş olurdum yeminle çarpılırdım
arafat' ta şeytandan önce kader
ben başkasının zalimi olsaydım
cezamı çeker de günahımla yanardım.
Uyuyan Adam
Kayıtsızlık işe yaramaz. İsteyebilir ya da istemeyebilirsin, ne fark eder! Bir parti tilt oynamak ya da oynamamak; nasıl olsa biri aygıtın deliğine bir yirmibeşlik atacak. Her gün aynı yemeği yemekle kararlı bir hareket yaptığını sanabilirsin. Ne var ki reddedişin işe yaramaz. Yansızlığın hiçbir anlam taşımaz. Cansızlığın öfken kadar abes.” ilerlemekten vazgectin, ama zaten ilerlemiyordun ki, yeniden yola çıkmıyorsun, vardın sen, daha uzağa gidip de ne yapacagını kestiremiyorsun Yalnızlığın büyülü çemberini kırmayacaksın. Ötekilerin birbirine yapıştığını, birbirine sokulduğunu, birbirine sarıldığını görüyorsun. Oysa sen, ölü bakışlı, saydam bir hayaletten, külrengi bir cüzzamlıdan, çoktan toza dönüşmüş bir siluetten, kimsenin yaklaşmadığı tutulmuş bir yerden başka bir şey değilsin. Olasılık dışı karşılaşmaların umuduyla kendini zorluyorsun. Ama deri, bakır, ağaç senin için ışıldamaya başlamıyorlar ki, ışıklar yoğunluklarını senin için azaltmıyorlar ki, sesler senin için duyulmaz hale gelmiyorlar ki..." (s.75)
"Mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu." (s.76)
Çalar saatin çalıyor, kesinlikle kımıldamıyorsun, yatağında kalıyor, gözlerini yeniden yumuyorsun. Komşu odalarda başka çalar saatler çalmaya başlıyor. Su seslerini, kapanan kapıları, merdivenlerdeki hızlı ayak seslerini işitiyorsun. Saint Honoré sokağı araba gürültüleri, lastik gıcırtıları, vites değiştirmeler, kesik kesik korna sesleriyle dolmaya başlıyor. Pancurlar çarpıyor, satıcılar kepenklerini kaldırıyorlar. Kımıldamıyorsun. Kımıldamayacaksın. Bir başkası, bir benzerin, senin hayaletimsi, işine düşkün bir eşin artık yapmadığın hareketleri senin yerine, bir bir yapıyor belki: Kalkıyor, yıkanıyor, traş oluyor, giyiniyor, çıkıyor. Onun merdivenlerde sekmesine, sokakta koşmasına, otobüse tam kalkarken yetişmesine, söylenen saatte nefes nefese, neşeyle salonun kapısına varmasına ses çıkarmıyorsun.
Pek yaşadın denemez, oysa her şey çoktan söylendi, çoktan bitti. Topu topu yirmi beş yaşındasın, ama yolun çizilmiş bile. Roller hazır, etiketler de: bebekliğindeki oturaktan yaşlılığındaki tekerlekli sandalyeye varana kadar oturulacak tüm yerler orada durmuş sıralarını bekliyorlar. Serüvenlerin öyle iyi betimlenmiş ki, en şiddetli isyan bile kimsenin kılını kıpırdatmayacaktır. Sen istediğin kadar sokağa çıkıp insanların şapkalarını başlarından uçur, başına iğrenç şeyler tak, çıplak ayakla yürü, bildiriler yayınla, önüne çıkan kapkaççıyı geçerken kurşunla, boşuna, bir işe yaramayacak: düşkünler yurdunun yatakhanesinde yatağın çoktan yapılmış, lanetli şairler sofrasında yerin ayrılmış.
Holstee Manifestosu
BU SENİN HAYATIN! Sevdiğin şeyi yap ve sıklıkla yap.
Eğer bir şeyden hoşlanmıyorsan, değiştir. İşinden hoşlanmıyorsan, istifa et.
Yeterince vaktin yoksa, tv izlemeyi bırak.
Hayatının aşkını arıyorsan, dur, sevdiğin şeyleri yapmaya başladığında seni bekliyor olacaktır.
Analiz etmeye ara ver, tüm duygular güzeldir. YAŞAM BASİTTİR.
Yemek yerken her parça için şükret.
Yeni insanlara ve şeylere zihnini, kollarını ve kalbini aç, farklılıklarımız ortaktır.
Yanındaki kişiye tutkusunu sor, ve kendi ilham veren düşlerini onunla paylaş.
SIKLIKLA SEYAHAT ET; kaybolmak kendini bulmana yardım edecektir.
Bazı fırsatlar yalnızca bir kere gelir, kaçırma.
Hayat insanlarla tanışman ve yarattığın şeylerle ilgilidir, dışarı çık ve yaratmaya başla!
YAŞAM KISADIR. Düşünü yaşa ve tutkunu Giy!..
Bir Gün
Bir gün gelir size dayatılmış yaşamların , şikayet ettiğiniz her şeyin; kaçırılmış anların, yolların, gün batımlarının, kahkahalarla gülmenin parasız özgürlüklerin, sevme ve sevilmelerin ,kendinize ait her şeyin sırf başkalarını memnun etme uğruna ve sadece sevilmek için feda edildiğini görürsünüz. Bahaneler uydurusunuz mutsuzluğunuzun kılıfıdır bunlar. Şarkılar, şiirler kitap kahramanları ile istediğiniz yola çıkmak istersiniz hep.Olmaz yarım kalır. Kıramazsınız bağımlılıklarınızı, beceremezsiniz kendiniz olabilmeyi....ve öyle alışmışsınızdır ki; birilerinin yükünü onlar istemese de taşımaya; onlarsız eksik hissedersiniz suçlu gibi . Sevgileri düşünülmeyi kendinize müdahale sayar, olmayan özgürlüğünüzü savunursunuz yada çaresizliklere sığınır yüzleşemezsiniz.Kabuğunuzdan tam çıkacakken korkarsınız ve korkudan bir sümüklü böcek gibi kabuğunuza yine çekilirsiniz. Öyle ya herkesin eli kirlidir, herkes kendi çıkarını korumalıdır yada birşeyler öyle olmak zorundadır. Oysa hep kendiniz olabilmeyi istemiş sinizdir. Başkaları suçludur hep.........Bir gün bir an gelir ki boşa harcanmış zamanlarınızla yüzleşirsiniz. Aynaya baktığınızda gördüğünüz kim? bilemezsiniz.Boğulursunuz sonra o boğulmanın nedeni başkalarına yüklersiniz.Tüm dayatmaların dışında olduğunuzu zaneder, ama tamda toplumun tüm dayatmaları ile yaşarsınız.
Yaşamda attığımız her adımın bir bedeli vardır, her seçim bir sonuçtur.Bu adımları siz belirlersiniz başkaları değil, şimdi mutsuzsanız ve ölüme yatmaya hazır bir durum içindeyseniz bunu siz seçtiniz ve şimdiyi belirledi... Tıpkı şimdi ki seçimlerimizi de geleceğimizi belirlediği gibi...Yola çıkmak istiyorsanız gerçekten çıkarsınız. Kendiniz olmak istiyorsanız, olursunuz. Kamburlarınızdan kurtulmak istiyorsanız. kurtulursunuz.Çabayla emekle, adım atmakla,elinizde ateş tutarak, yargılanarak , aşalanarak, red edilerek belki de sevgiyle ........Sadece ne kadar istediğinize ve ne kadar cesur olduğunuza karar verin.
Yaşamda attığımız her adımın bir bedeli vardır, her seçim bir sonuçtur.Bu adımları siz belirlersiniz başkaları değil, şimdi mutsuzsanız ve ölüme yatmaya hazır bir durum içindeyseniz bunu siz seçtiniz ve şimdiyi belirledi... Tıpkı şimdi ki seçimlerimizi de geleceğimizi belirlediği gibi...Yola çıkmak istiyorsanız gerçekten çıkarsınız. Kendiniz olmak istiyorsanız, olursunuz. Kamburlarınızdan kurtulmak istiyorsanız. kurtulursunuz.Çabayla emekle, adım atmakla,elinizde ateş tutarak, yargılanarak , aşalanarak, red edilerek belki de sevgiyle ........Sadece ne kadar istediğinize ve ne kadar cesur olduğunuza karar verin.
ÖZCE
Başkalarının yalanlarını dinlemek ve bu yalanları yutmuş göründüğün için seni aptal bellemelerine göz yummak, alçalmayı sineye çekmek; dürüst, özgür insanların yanında olduğunu açık açık söyleyememek, üstelik yalan söylemek zorunda kalmak,gülümsemek.. Hayır, hayır, beş para bile değeri olmayan bir lokma ekmek, bir sıcak köşe, bir mevki için çekilmez bütün bunlar. Böyle bir dünyada yaşanmaz!
İsterlerse tavuklardan alçağa da inebilirler kartallar
ama tavuklar bulutlara yükselemezler hiç...
İsterlerse tavuklardan alçağa da inebilirler kartallar
ama tavuklar bulutlara yükselemezler hiç...
Akşamüstü Gölgeleri
Ve arada ağzımızda bir ömür dolandırıp durduğumuz onca laf, kağıtlara döktüğümüz onca kelime sadece bir tür duygu kalabalığıdır.Tutsaklığımızdan kurtulmaya çalışmanın beyhude uğraşlarıdır bunlar. Asla gerçekten bir şey anlatılamaz, ancak bir şeyin hayali anlatılabilir, kendisi değil. O yüzden anlatmaya değil, anlatmamaya bakarım. Anlatma derdinden çok anlatmamanın zevkine kurulurum.
Çektiğim acılar varlığımın inşasının irili ufaklı parçalarıdır.sadece düşünmek var etmez insanı...Duygularını, ruhunu hata zekasını geliştiren asıl öğreticiler acılardır.O halde varım çünkü acı çekiyorum.
Doğduğumu anımsıyorum, ölümü ise düpedüz hatırlıyorum. Bir insan doğduğunda gözyaşları dökülür sevinçten. Bir insan öldüğünde gözyaşları dökülür, üzüntüden. Yani hayat boyunca değişmeyen tek şey gözyaşlarıdır ve yeryüzünde gözyaşları sonsuzdur. Biri ağlamaya başladığında, bir başka yerde de, bir başkasının gözyaşları diner. Biri doğarken başka birinin de öldüğü gibi. Geriye kalan sadece gözyaşları ve hiçtir. Ve arada ağzımızda bir ömür dolandırıp durduğumuz onca laf, kağıtlara döktüğümüz onca kelime sadece bir tür duygu kalabalığıdır. Tutsaklığımızdan kurtulmaya çalışmanın beyhude uğraşlarıdır bunlar.
Yolda
![]() |
“söyle söyle, çekinme.” bütün bunları söylerken kafamı yemekten kaldırmadım. kendimi hayvan gibi hissediyordum.
“ağlıyordum,” dedi dean.
“yok canım, daha neler! sen hiç ağlamazsın ki!”
“öyle mi dersin? neden ağlamazmışım?”
“ağlayacak kadar canın yanmaz da ondan.
"az sonra esaslı bir gece çökecek, dünyayı kutsayan, bütün nehirleri karartan, tepeleri sarıp sarmalayan, son kıyıyı da kaplayan gece, ve kimse kimseye ne olacağını bilmeyecek"
Eski püskü bavullarımız gene kaldırıma yığılmıştı; daha gidecek çok yol vardı önümüzde. ama önemli değildi, çünkü yol hayattır.”
Aşkın Metafiziği
Erkek doğası gereği aşkta vefasızlığa, kadının ise sürekli sadakata eğilimli olduğu gerçeği bu incelemeye girer. Erkeğin aşkı, doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir biçimde azalır: Hemen hemen bütün öteki kadınlar onu, sahip olmuş olduğu kadından daha fazla çekerler: Erkek değişiklik özler. Kadının aşkı ise, özellikle o andan sonra artmaya başlar,
Bu, türü koruyup onun varlığını sürdürmeye bu bakımdan da olabildiğince fazla çoğalmaya yönelik doğanın doğanın amacının bir sonucudur.
Bildiğimiz gibi erkek, kendisine yeterince kadın sunulduğu taktirde , kolayca yılda yüz çocuk meydana getirebilir; kadın ise, istediği kadar çok erkeğe sahip olsun, ikiz ihtimalinin hesaba katmazsak, yılda sadece bir çocuk dünyaya getirebilir. Bu nedenle erkeğin gözü hep başka kadınlardadır; kadın ise buna karşılık tek bir erkeğe sımsıkı sarılır: Çünkü doğa onu içgüdüleri gereği ve hiç düşünmeden gelecekteki doğumun besleyicisi ve koruyucusunu yanında tutup korumaya sürükler. Bundan ötürü erkeğin eşine sadakati yapaydır, kadınınki doğaldır; dolaysıyla da, kadının ihaneti, nesnel olarak, sonuçları bakımından olduğu kadar, öznel olarak doğaya aykırılığı bakımından da erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir.
Sayfa : 36
Farklılıklara rağmen sevmek ne zordur bilir misiniz?
Aynı olanla çabuk kaynaşır, hızla sarmaş dolaş oluruz. Çünkü benzerinde kendi yansımanı görmek kolaydır.
Aynı filmleri izleyip, aynı kitapları okuduğunuzla, aynı müziği dinlediğinizle paylaşımınız da çoktur ve onunla arkadaş olabilmek bundan dolayı da daha kısa süre alır...
Sevgi üretmek de zor değildir, benzerler arasında. Çünkü; karşında gördüğün zaten kendinden izler taşır, sana benzer ve insanoğlu en fazla kendini sevdiğinden ötürü de, bir benzerini de kolay sever...
Zamanla fark edersiniz ki; aslında benzer olduğunuzu düşündükleriniz bile sizden çok farklıdır ...
Benzemez birinin ne yüzündeki ışık, ne parmak ucundaki iz ötekine...
Benzemez aslında bir diğerindeki ne bir çizgi, ne de bir kırışık bir diğerine...
Benzemeyiz hiç birimiz, kardeş de olsak, aynı kandan da birbirimize...
Aynı şeyler de olsa bizi ilgilendiren; sonra sonra görürüz ki, ilgi duyma nedenlerimiz ayrıdır...
Aynı filmi izlediğinizde ikinizde beğenseniz de; haz alma sebepleriniz farklıdır...
Aynı resme bakmaktan keyif alırsınız; ancak gördükleriniz, algıladıklarınız, hissettikleriniz ve o resmin size çağrıştırdıkları ve kattıkları ile benzerinize verdikleri başkadır...
Çünkü: Dünya yüzeyine serpiştirilmiş altı milyar nüfusun tamamı her açıdan farklıdır...
Duygu, algılayış, düşünce yapısı, değerler, yaşanmışlıklar, hisler, beklentiler, idealler, sevindikleri, mutsuz oldukları, kaşı, gözü, gülüşü, bakışı, parmak izi farklıdır...
Ve siz de tam da bu farkların en fazla olduğuna, tutar aşık olursunuz...
Belki de zaten bu farklılıklardır aşık olma da ki ana sebebimizdir...
Siz ne dersiniz?
Farklar çekime neden olur. Aynınızla beraberlik istemezsiniz. Çünkü bir benzeriniz sizi pekala yansıtsa da; tamamlayamaz. Aşk ise; bütünlenme itkisidir...
Bir bilimsel teoriye göre: İlkel bazda, var oluşun devamlılığı için üreme güdüsünün tetiklenmesi uyarınca kimyasal bazda kanımıza enjekte edilen farklı hormonların etkisinde geçirilen sürece; aşk denir.
Bundan ötürü de sizi tamamlayacak olan, eksik bulduğunuz özelliklerinizi gidereceği güdüsüyle biolojik olarak yöneldiğiniz fiziksel, ruhsal ve duygusal kutbunuz olanı çeker ve onun tarafından da çekilirsiniz.
Farklılıklardır; soyu çeşitlendiren, dünyayı renkli ve benzersiz kılan...
Kendini tekrar eden hiç bir varlık gelişim kaydedemez. Varoluşun mükemmeliyete doğru taşınabilmesi içinse gelişim gerek şarttır. Çeşitlilik ve farklılık olmaksızın da, gelişim mümkün olamaz.
Aşkta da, farklılıklar maksimumda olduğunda; aşık olunan gözde büyür, ulaşılmaz gibi gözükür ve bu yönelim tutkuya dönüşür. Erişilebilirliği hissedildiğinde, çoğunlukla düşüş trendine giren hislerimizin de sebebi ekseriyetle budur.
Çünkü kolay erişilebilir olan zayıf; zayıf olan soyun devamlılığı için kalitesiz olandır. Evrimsel bazda bakıldığında, en çok yorularak elde edilen av; aynı zaman da en güçlü yapıya sahip olan soydandır. Güçlü olan o dur, hayatta var kalabilecek de olan o olacaktır. Canlı soyunun devamlılığında da, asıl olan budur.
Cam Göz
Rivayet ederler ki, Taklamakan diyarında vaktiyle kör bir adam yaşıyordu. Bu zavallı adam alemin güzelliklerini, harikalarını ve mucizelerini göremediği için o kadar çok üzülüyordu ki, sonunda gönlü de gözleri gibi karardı. Kederi arttıkça arttı ve akıttığı gözyaşları dillere destan oldu. Onun kara bahtı için şairlerin düzdüğü manzumeler, musikişinaslar tarafından bestelenip, hanendelerce okuna okuna nihayet memleket sınırlarını aştı. Çok uzak ülkelerden birinde yaşlı bir sihirbaz, pazar yerinde ağlayan sızlayan bir kalabalık görünce, merak duygusuyla aralarına karıştı ve kör adamın kaderini dile getiren türkülerden birini okuyan muganniyi o da dinledi. Gönlü o kadar kabardı, hisleri o kadar coştu ki, bir yolunu bulup zavallıya görme gücü kazandırmaya karar verdi. Sarayına giderek papağanına tez zamanda uçup körü bulmasını ve ona davet mesajını iletmesini söyleyerek kuşu saldı. Papağan uçup giderek, o sırada evinin bahçesinde ağlayan körün kafasına kondu ve ona sihirbazın davetini iletti. Görme umudu canlanan zavallı da, omzunda kendisine yolu tarif eden papağan olduğu halde, demir asa demir çarık yollara düştü ve sonunda sihirbazın sarayına vardı. Sihirbaz ona bir camgöz verdi. Adam, efsunlu sözler söylenir söylenmez bu gözle görmeye başlayacaktı, öyle ki, ok yaydan böylece bir kez fırladığında, adamın tekrar kör olmasına imkan yoktu. Adam gözü aldı ve efsunlu söz sihirbazın ağzından çıkar çıkmaz gözün gördüğü her şeyi görmeye başladı. Fakat yol yorgunu olduğu için sevincini tam anlamıyla belli edecek durumda değildi. Bu yüzden sihirbaz onu sarayında 40 gün ağırlamaya karar verdi. Gelgelelim, sihirbazın karısını görür görmez adamın aklı başından gitti. Günler ve gecelerce kadını düşündü durdu. Sonunda sarayın hamamına gidip kadının yıkanacağı kurnanın üzerine bir yere sihirli cam gözü koydu ve derhal odasına geri döndü. Kadın, o sırada içeride kendisini seyreden sihirli bir göz olduğunu, dolayısıyla adamın o anda memelerini ve mahrem yerlerini görmekte olduğunu bilmeden hamama girip yıkanmaya başladı. Böylece adam kadını doya doya seyretti. Ne var ki sihirbaz bu işin farkına varmıştı. Bu yüzden adamdan gözü geri istedi ve onu kovdu. Fakat adam, ne kadar uzakta olursa olsun, o sırada sihirbazın sarayında olan gözün gördüğü her şeyi görmeye devam ediyordu. İntikam almaya kararlı olan sihirbaz, tellarlar bağırtıp dünyanın en çirkin, en gudubet acuzesini buldu ve bir ressama kadının resmini yaptırdı. Resmi bir odaya koyup gece gündüz aydınlık kalması için üstüne bir fener astı ve tam önüne de, o sihirli gözü koydu. Sonunda o nankör adam, ömrü boyunca bu gudubet, çirkin acuzeyi seyretmek zorunda kaldı ki, bu da kör olmaktan bin beter bir şeydi.
Bir Başına
Ne giderim peşlerinden, ne ardımda devam olsun
Ne uyarım ne hükmeder kalanlara selam olsun...
Korkunçtur kendinden korkan, korku yayan korku bulsun,
Korkutanlar yönetirmiş, hadi onlar önder olsun...
Dinlemez sözüm kendim, söz geçiren beter olsun,
Severim dolanıpta orman olsun, denizler olsun...
Ara sıra gideyim de bıraktığım izler solsun,
Gizli, tenha köşelerde beni şimdi kimler bulsun?...
Ey benim gibi yalnız! Kendine varan yolun yolcusu!
Çağır uzaklardan kendini, yalnızlığın çare bulsun.
Zen Kaçakları
Her yerde gezip duran küçücük benliğin yakınmalarından bana ne? beni saran şey şimdi dışa-esmelik, ilişki-kesmelik, budanmışlık, çıkarılmışlık, söndürülmüşlük, durdurulmuşluk, olaysızlık, yitmişlik, çıkmışlık, bağını koparmışlık, nir-lik, vanalık, koptu! düşüncelerimin tozları birikerek topraklaşıyor diye geçiriyorum ve bakıyorum gülümsemişim; çünkü işte sonunda beyaz bir ışık sarmış heryeri herşeyi, görmekteyim sf 168
.Berkeley'deyken Alvah Goldbook'la birlikte, onun ufacık, güllerle çevrili kulübesinde kalıyordum. Milvia Sokağı'nda büyücek bir evin arka bahçesindeydi evcağızımız. Kulübenin önündeki iyice çürümüş veranda, öne doğru yatmış, sarmaşıkların içine girmiş.(...)
Önümüz yeni olgunlaşan domates fideleriyle dolu, bir de naneler, naneler... Her taraf nane kokmakta.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)