Ulysses III

Şayet Sokrat bügün evinden ayrılacak olsa,bilgenin kapı eşiğinde oturduğunu görür.Şayet Yahuda bu gece yola çıksa adımları onu Yahuda ya götürür.'Her yaşam günlerle doludur,gün gün ardına.Biz kendimizin içinden yürürken,hırsızlarla,hayaletlerle,devlerle,ihtiyar insanlarla,gençlerle,karılarla,dullarla,kayınbiraşıklarla,ama hep kendimizle karşılaşırız.Bu dünyanın kitabını yazan hem de kötü bir biçimde yazan oyun yazarı ( O bize önce ışığı iki gün sonra da güneşi verdi),çoğu roma katoliğinin dia boia dediği her şeyin hakimi olan cellat tanrı, kuşkusuz hep hepimizin içindedir her zaman,ister seyis ister kasap ister pezevenk ve boynuzlu olsun, Hamlet in kehanetince ululan erkek,kendisine karılık eden bir erdişi melek olduğundan ilahi düzenekte artık evlilikler olmayacak

Minima Moralia





Bir söz söyledim ve sen öldün. Sustum ve sen öldün. Bir şey yaptım ve sen öldün. Hiçbir şey yapmadım sen yine öldün. Seyrettim ve sen öldün. Düşündüm ve sen öldün. İsyan ettim ve sen öldün. Sen ölmeden, sen ölürken ve sen öldükten sonra ; Sordum, neden..? Bu akılsızlığın hiç bir akıllı yanıtı yok, çünkü gerçek herkesten önce öldü !..Bundan ki ölüm nedeninin hiç bir önemi yok..! Öldüğün için ; Sen haklıydın ben haksız dedim ve ben öldüm. Şimdi ben de haklıyım. Artık eşitiz, artık kardeşiz ve artık özgürüz. Peki mutlu muyuz..? Mutluysak neden hala ölüyoruz..? Mutlu değilsek neden hala savaşıyoruz..?
Ortak akıl asgari deliliğimizin ortak paydasında buluşmak ; Gerçeğin, doğrunun olmadığı bir kaosta, deliliğin de aklın da hiç bir anlamı yoktur.

Macbeth

Yaşam geçip giden bir gölgedir,oynadığı rolü süresince sahnede boy gösteren gariban bir aktör gibi, sonra bir daha duyulmaz sesi. Bir aptalın anlattığı zırvalarla dolu hikâye gibidir, anlamsızdır.



  Kendini boşuna harcamış olur insan 
  Dilediğine erer de sevinç duymazsa. 
  Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi, 
  Yıkmakla kazandığın şey kuşkulu bir mutluluksa.' 

    Acaba bu yarayı hep ağır ağır iyileştiren de nedir?
    * Ah! Bu kadar okudum, bu kadar öykü ya da destan duydum, aşkın yolu asla düz gitmiyor.
    * Aklın bağlamadığı dostluğu, akılsızlık kolayca çözebilir.
    * Aslında hiç bir şey iyi veya kötü değildir. Her şey bizim onlar hakkında düşündüğümüze bağlıdır.

    * Aslında bizler rüyaların yapıldığı kumaştanız!
    * Aşk bir deliliktir.

    * Bazı yıkılışlar, daha parlak kalkınışların teşvikcisidir.
    * Bir iftira başka iftiraları doğurur.
    * Buz kadar lekesiz, kar kadar temiz olsan bile iftiradan kurtulamazsın.


    * Cehalet Tanrının laneti olduğuna göre, bilgi göklere uçabileceğimiz kanatlardır.
    * Cehennem boş.Tüm şeytanlar buradadır..

    * Daha iyi, iyinin düşmanıdır.
    * Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın.

    Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare’e gönderdiğinde yazarın verdiği cevap

    * Dünya bir sahnedir.

    * Felaket dost sayısını sıfıra indirir.

    * Geçmiş bir dost için yakınmak yeni dertler edinmektir.
    * Geçmiş bir felakete üzülmek, bir yenisini davet etmenin en emin yoludur.
    * Gözyaşı ile yıkanan yüzden daha temiz bir yüz olamaz.

    * Hayat, gelip geçen bir gölgedir.
    * Hiç kimse duymak istemeyen biri kadar sağır olamaz.
    * Herkese kulağını, ama çok azına sesini ver.
    * Hiçbir miras, doğruluk kadar zengin değildir.
    * Her dost dosdoğru dost olmuyor.

    * İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle beraber gömülür.
    * İyimser, yaranın üstünde artık kabuk, kötümser ise kabuğun altında yine yara görür.

    * Konuşmadan önce düşün, hareket etmeden önce ölç.
    * Kadın çok defa hoşlandığı şeye dudak büker.
    * Kadınlar güller gibidir, bir defa açıldılar mı; yaprakları hemen dökülmeye başlar.
    * Kendi başına iyi veya kötü birşey yoktur, bunu düşüncelerimiz yapar.
    * Konuşmadan önce düşün ki konuştuktan sonra düşünmeyesin...

    * Nasıl bir at, üzerindeki zengin koşumların farkına varmazsa insan da içinde yaşadığı nimetlerin öyle farkına varmaz.
    * Ne kadar da fakirdir sabrı olmayanlar.

    * Ölçülebilen bir sevgi zavallı bir sevgidir.
    * Özgürlük dışarıdaysa sürgün sizin yanınızdır.

    * Peşine düşülen kadın, bir melek görünür erkeğin gözüne; elde edilmeye görsün, şeytan kesilir.

    * Uykumda bir kraldım, ama bir hiçim uyandığımda.

    * Yiğitlik intikam kazanmakta değil, tahammül göstermektedir.

    * Yağmuru sevdiğini söylüyorsun ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun, güneşi sevdiğini söylüyorsun ama güneş açınca gölgeye kaçıyorsun, rüzgarı sevdiğini söylüyorsun rüzgar çıkınca pencereni örtüyorsun. İşte bundan korkuyorum çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun.

    *Şeytan bir günah işleteceği zaman, işe, bu günahı kutsallık zırhına sarmakla başlar.

Azil

"çelişki , buz tutmuş bir göldür,
çelişki göldeki çatlağa saplanıp donmaya başlamandır,
çelişki , yardım istemek için açtığın ağzına dolan sudur."



"düşünceler mükemmel , ancak davranışlar kusurludur,
bir insanı sevdiğini düşünmek, ona bunu söylemek ve
ardından ona sarılmakla anlatılamayacak kadar
mükemmeldir, bir insanı öldürmek, ondan nefret
ettiğini düşünmenin yanında daima kusurludur,
hiçbir davranış düşüncenin gerçek tercümesi değildir."



 "İsa, Meryem'in ikizidir, doğduğunda karnındadır,
sonra rahmine düşmüş ve Meryem, Isa'yı doğurmuştur,
bu yüzden bakire diye bilinir, kendi ikizini doğuran bir kadın,
hepsi bu büyütmemek lazım, milyonda bir ihtimal ama
sadece gazete haberi kadar değerli, önemli olan Tanrının bir
enstruman yaratmış olmasıdır, insan denen bir enstruman,
ancak yarattığı müzik enstrumanını çalamayan bir usta gibi
Tanrı da insandan doğru sesler çıkaramamıştır, bu yüzden
Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de Şeytan
en güzel melodilerini onunla bestelemiştir, ne bakire anneler
ne de Sami ırktan gelen peygamberler mucizedir, mucize;
Tanrının elini koparıp dünyaya fırlatması ve sonrada ondan
geri dönmesini beklemesidir, ancak elin önce bir el olduğunu
anlaması sonra da Tanrıya ait olduğunu farketmesi gerekir,
mucize elin ait olduğu bedene dönmesidir,
sonunda Tanrı sıkıntıdan patlamıştır,
buna da "bing bang " denir"



"hiçlik yoktur, bir pencere düşün, onu açarsın ve içine doğru
çekilirsin, vakum varsa hiçlik yoktur, hiçbir yerde altın
bulamayacağını anlayan bir madencinin
kazmayı kendine vurması gibi.."

Hırsızın Günlüğü


 Ermişlik adını verdiği şey bir durum değil,beni ermişliğe iten ahlaksal tutumdur.Görmediğim için sözünü edemiyeceğim bir ahlak anlayışının iseal noktasıdır ermişlik.Bu nokta ben ona yaklaştıkça uzaklaşıyor.Onu arzulaıyorum ama ondan korkuyorum.Bu tutum budalaca gözükebilir.Bununla birlikte acı versede neşelendiricidir.çılgın bir kız gibidir.Aptalca,üstünde etekliğiyle kaçırılan ve bu sıradamutluluktan çığlık atan bir Carolina ya benzer. Yalnızca yalnızlığı değil özveriyde özveriye de en büyük erdem olarak görüyorum.Özveri tam bir yaratıcı erdemdir.İçinde laneti de taşıyor olmalı.Suçun benim ahlaki gücümü sağlamama hizmet edebileceğini sürmem şaşırtıcımı acaba? Sonunda ne zaman imgenin içine sıçrıyabileceğim bu imgeyi gözünüzün önüne taşıyacak ışık ben ne zaman kendim olacağım?Ne zaman şiirin tam içinde olabileceğim? Ermişliği yalnızlıka karıştırarak yolumu şaşırabilirim.Bu saydamlık arayışı belki boşuna.Başarıya ulaşırsa huzur verebilir.''Ben'' olmayı bırakına ''Siz'' olmayı bırakınca geriye kalan gülümseme nesnelere yönelik bir gülümseye eşit olur.


Suç ve Ceza




Geceleri gökkuşağına boyamak mıdır suçum?
herkes bağırırken şiirler okumak mı,
susmak mı sözün bittiği yerde, kusmak mı sindirebildiklerinizi?
apansız uykum kaçıyor kaç gece, bu da mı aleyhime kanıt?
sondan saymaya başladım adları-böyle hoşuma gidiyor
beğenmeseler de seviyorum ellerimi,
hep olmayacak düşler görüyorum, yenileceğim kavgalara giriyorum durmadan.
İtiraf ediyorum…

Silin adımı listenizden, yokum; aslında bir oyun olan kavgalarınızda ve aslı bir kavga olan oyunlarınızda. Kirli sevinçlerinize ortak etmeyin beni. Gözyaşlarınızı da paylaşmıyorum. Yalan övgülerinize ihtiyacım yok.
Gıyabımda kesinleşmiş hükümler verin.

Bir sürgün nereye sürülebilir? Gölgeler kelepçeye vurulur mu?
Çekilin, yürümediğiniz yolları(mı) kirletmeyin.!

Gecenin Soğuk Caddelerinde




Pişman değilim
Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi
Çünkü ölüm tepsinin doruğunda
Öptüm yazgımın çarmıhını
Gecenin soğuk caddelerinde
Hep tedirgin ayrılıyor çiftler
Birbirlerinden
Bir tek fısıltı duyuluyor : hoşça kal! Hoşça kal!
Gecenin soğuk caddelerinde
Pişman değilim
Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim
Yaşam yeniden doğuracak onu
Yeniden yaşatacak beni rüzgârların
Göllerinde yüzen haberci gülü
Bak, görüyor musun
Nasıl çatlıyor tenim
Süt nasıl oluşuyor mavi damarlarında soğuk memelerimin
Nasıl filizlenmeye
Başlıyor kan
O çok sabırlı çizgisinde belimin?
Ben senim
Seven
Ve kendi içinde olan kimse o
Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden
Binlerce garip ve belirsiz şeyle
Koyu isteğiyim ben toprağın
Yeşersin diye uçsuz bozkırlar
Kendine çeken bütün suları
Uzaklardan gelen sesimi dinle benim
Gör beni koyu sisinde sabah dualarının
Ve aynaların dinginliğinde
Bak, gene de nasıl dokunabiliyorum
Kalıntısıyla ellerimin karanlık düşlerin dibine
Nasıl bir dövme yapabiliyorum yüreğime kan lekesi gibi
Suçsuz mutluluklarından yaşamın?
Pişman değilim
Benden konuş ey sevgilim bir başka benle
Gecenin soğuk caddelerinde
Gene aşk dolu gözlerini gördüğün
Benden!
Ve hatırla beni, kederle öperken o
Gözlerinin altındaki çizgileri…

De Ki



yaşamın,iki hiçlik  arasına gerili bir boşluk
olacak
Başka birşey de olmayacak elinde:
yalnızca bu gerilim
Bilerek,bilinçli yaşamağa çalışman,
yaşamın nasıl bir boşluk olduğunu
yavaş-yavaş öğrenmen olacak-
yani gittikçe daha az şey bilerek
yaşaman...
bilinçlendirerek yaşayacağın yaşamın boyunca,bilinç
İçeriğin çoğalmayacak,azalacak:doruk noktasına
ulaştığında da tamamen boşalacak.İşte o zaman,
yaşamının bilinci gerilecek,yaşamın kendisini
kuşatabilecek ölçüde yayılımlı bir boşluk haline gelecek
onunla örtüşecek-en yüce bilinç anın olacak bu:-
Bu yüzden değilo midir ki..."-"Yoruldum artık..."
Bilincin,
Tam boşluğun farkına tamamıyla varman olacak-
onunla,tamı tamına,buluşman...
Yaşamın,kendi HİÇLİĞİNİ yavaş yavaş,
Ve acı çeke çeke,bilinçlendirme sürecin olacak-
En büyük acın da tam bilinçta;nasıl boydanboya
Bir HİÇ,tam bir boşluk olduğunun farkına vardığın anda gelecek
-Ama bu an EN DOLU anın olacak aynı zamanda:
Yaşamının;
yapabildiklerinin ve bilinçliliğinin
doruğuna çıktığın an
Zaten HİÇLİK olmak zorunda yaşamın;
'geride' ne kadar 'ürün' ne kadar 'yapıt'
bıraksa da,kendisi HİÇLİK olacak zaten.
Doğru:Bu ürünler yapıtlar "ölümünden" sonra
Yaşamına tanıklık edecekler-ama,onların tanıklık ettikleri de eninde sonunda,
onları üreten,onları kuran bu yaşamın
ne denli boş olduğu olmayacak mı ki işte?

Sevmekten ne zaman vazgeçtim?






Sevmekten ne zaman vazgeçtim?
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.


Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.


Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.


Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.


Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.


Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.


Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.


Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.


Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden "sen" olduğun için vazgeçtim.
Bencil olduğun için vazgeçtim.


Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.


Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.



Frida Kahlo'dan Diego'ya

Ulysses II


Bulunmaz bencileyin garip bir delikanlı.
Anam Yahudi benim, babamsa bir kuş.
Marangozun Yusuf’la başım değil hoş.
İçelim biz o halde havarilerle Golgota’ya.
Şahadet parmağını uyarırcasına kaldırdı.
-Kutsal olmadığım sanırsa kimse
İçemez bir damlasın şarap ürettiğimde
Kalır su içmek zorunda da ister suru olmasın
Şarabı su kılınca ben onu da yaparım.

Ulysses









Ben.
Sabahleyin düztaban bir serseri basar geçer üstüne.Yararsız.Dalgalarla bozulur.Kabaran sular buraya varır.Ayağının önünde bir su birikintisi görmüştüm.Eğilip yüzüme bakayım bir,kapkaranlık bir ayna,üfleyim,kırışıyor.Bütün bu kayaların üzerindeki çizgiler,deşikler,harfler.A,bunlar saydammış!Üstelik bilmezler ki.O sözcüğün hakiki manasını açıklar mısın?Sana yaramaz çocuk deyişimin nedeni öbür dünyayı,şey,lafı sevmediğimden dolayı.
BEN.BİR.
Yer kalmadı.Vazgeç.
Mr.Bloom yazıları fotiniyle yavaşça bozdu.Bu kumda ne mümkün.Bitki bile yetişmez.Soldurur her bir şeyi.Büyük tekneler de nasıl olsa buralara gelemez.Guinnes’in mavnaları hariç.Kish’in etrafında seksen günde.Mahsus düz yapılmış öyle.
Tahta kalemini fırlatıp attı.Sulu kuma düşerek saplandı çubuk.Bir hafta boyunca bunu yapmaya çalışsan başaramazsın.Tesadüf.Birbirimizi tekrar göremeyeceğiz.Ama çok güzeldi.Elveda,sevgilim.Sağ ol.Beni gençleştirdin sen.
Şimdi bir şekerleme,şey olsaydı.Saat neredeyse dokuz.Liverpool vapuru çoktan kalkmıştır.Dumanı bile kalmamış.Öbür şeyi de yapabilir.Yaptı zaten.Ve Belfast’a.Ben gitmesem daha iyi.Yarış orada,yarışarak Ennis’e dönüş.Olsun.Gözlerimi bir an kapayıvereyim.Uyumam,ama.Yarı düş.Asla aynı şey değil.Yarasa gene.Zararsız.Sadece birkaç tane.
Ah tatlım gördüm senin küçük gençkızbeyazı her şeyini o kirli bracegirdle’ını beni aşktan yapış yapış etti de biz ikimiz yaramaz Grace sevgilim Molly herife yatakta kavuşup Mete’nin nesi süsler Raoul için la parfume de your wife siyah saçlarıyla soluyarak inip çıkan dolgun göğüslüsenoritanın gençkız gözleri Mulvey iri turunçları bana ekmek vanı Winkle kırmızı terliklerini sürüyerek uykumda gezinip sonunda dönersem Agendath büyüleyici güzelliğini gösterdi bana gelecek yıl donunda dönersem gelecek onun gelecek onun gelecek.
Bir yarasa uçtu.Burda.Orda.Burda.Kurşuni uzaklıklarda bir çan çınladı.Mr.Bloom,ağzı açık,sol fotininin yanı kumlanmış,yana doğru eğildi,bir soluk aldı.Sadece birkaç
Guguk
Guguk
Guguk.
Piskoposluk Danışmanı O’Hanlon ile Peder Conroy’un ve Muhterem John Hughes S.J.,rakibin evinde çayla tereyağlı bisküvi ve ketçaplı kızarmış koyun pirzolası yerlerken şömine rafının üzerindeki saat
Guguk
Guguk
Guguk
diye kuğurdu.Oradakiler minicik yuvasından çıkarak saatin kaç olduğunu söyleyen minik kanaryakuşu Gerty MacDowell’ın da orada saatin kaç olduğunu bildiğini zira bu tip konularda Gerty MacDowell’ın maşallah pek varışlı olduğunu ve kayaların üzerinde oturarak bakan o ecnebi beyefendiyi derhal fark ettiğini ve onun da ne olduğunu bildiğini söyledi,yani açıkçası bir
Guguk
Guguk
Guguk...
Birini sevmeye koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. Güç ister, yürek ister, körlük ister… Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu. 

En iyiler genellikle
İntihar ederler
Sadece kaçmak için
ve o geride kalanlar
Asla tam olarak anlayamazlar
Birinin neden onlardan kaçmak istediğini.







Tuhaf bir gurur bizi yalnızca ötekine sahip olmaya değil,onun sırrını zorla elde etmeye,onun için yalnızca sevgili değil kaçınılmaz biri de olmaya iter.Sır açığa çıkmamalıdır,yoksa sıradan bir öyküye dönüşür.Farkında olmayan ötekinin aynasında kendinizi baştan çıkarmalısınız,tek sorun ne kadar dayanabileceğinizdir.

Senden İstediğim

Senden bütün istediğim 
Küçük bir sevgidir 
Gelen ve ağır ağır büyüyen, 
Değil gelen ve giden.

Ve senden bütün istediğim 
Ümit dolu güneşli bir gün, 
Sevgi dolu bir kucaklayış 
Değil kucaklayış sonrada gidiş.

Senden bütün istediğim 
Beni kırmamak, 
Beni bekletmemek.

Yarın çok geç olabilir 
Unutma ki vermek almak demektir; 
Senden bütün istediğim 
Küçük bir sevgidir, 
Gelen ve ağır ağır büyüyen, 
Değil gelen ve giden. 

Stalker





Her birimizin içinde olan o özgün insanlık ve ebedilik üzerine düşünmeyi teşvik etmeyi görevim sayıyorum. Ne yazık ki, bu sonsuzluk ve öz, insanın kendi yazgısını kendi elinde tutmasına karşın sık sık görmezden geliniyor. Bir takım aldatıcı idealler peşinde koşulması yeğleniyor. Ancak gene de geride insanın varlığını inşa ettiği ufacık bir kırıntı kalıyor; Sevme yeteneği. İşte bu kırıntı insan ruhunda, hayatını belirleyecek bir yer işgal edebilir, varlığına anlam katabilir.

Meselemi Hiç'e Bıraktım


Nedir benim olması gereken! Öncelikle iyinin meselesi, sonra Tanrı'nın, insanlığın, gerçeğin, özgürlüğün, hümanizmin ve adaletin; dahası halkımın, kralımın, anavatanımın; ve nihayet tinin ve binlercesinin. Sadece benim meselem asla benim olmamalıdır. "Yuh be, egoiste bakın, sadece kendini düşünüyor!"
Meseleleri için çalışmamızı gerekli bulan, hatta canımızı feda etmemizi ve meselelerine hayranlık duymamızı bizden bekleyenlerin kendi meselelerini nasıl gerçekleştirdiklerine bakalım bir kez de.
Tanrı hakkında köklüce şeyler müjdelemekte olan sizler binlerce yıl "tanrısallığı derinliklerine kadar incelediniz"; ve Tanrı kalbine kadar uzanan sizler, meselesine hizmet etmekle vazifelendirildiğimiz o "Tanrı'nın kendi meselesini" nasıl icra ettiğini pekala bize açıklayabilirsiniz. Ve yaptıklarını da gizlemezsiniz. Neymiş peki Tanrı'nın meselesi? Bize buyurduğu gibi yabancı bir meseleye mi tabidir, sevgi ve gerçeği kendisine maletmiş midir? Burada bir yanlış anlama söz konusudur, buysa sizi çıldırtıyor; Tanrı meselesinin sevgi ve gerçek olduğunu, dolayısıyla sevgi ve gerçeğin Tanrı için yabancı bir mesele olamayacağını öğretmektesiniz. Tanrı'nın yabancı bir işi kendine meslek etmiş olduğu varsayımı, dolayısıyla bizim gibi zavallı karıncalarla benzeş olması sizi çıldırtıyor. "Tanrı gerçek demek olmasaydı gerçeğe sahip çıkar mıydı"? Tanrı sadece kendinden yana yontuyor, çünkü o bir bütünlüktür, dolayısıyla her şey onun meselesidir! Biz ama, biz bir bütünlük değiliz, dolayısıyla bizim meselemiz küçücük ve aşağılık bir iştir; işte bu nedenle de "yüce bir meseleye hizmet etmek zorundayız". Şurası açıktırki, Tanrı'yı sadece Tanrı ilgilendiriyor, onun meşguliyeti sadece kendisidir, sadece kendisini düşünüyor ve kendi gözünde yine sadece kendisi var; vay haline Tanrı'yı tatmin etmeyene. O, kendinden üstün herhangi bir varlığa hizmet etmiyor ve sadece kendisini tatmin ediyor. Onun meselesi tam anlamıyla egoist bir meseledir.
Peki ya insanlık, meselesini kendi meselemizmiş gibi görmemiz gereken o insanlık yüce bir varlığa mı hizmet etmektedir? Onun meselesi bir başkasının meselesi midir? Ve yüce bir meseleye mi hizmet etmektedir? Hayır, insanlık kendinden başka kimseyi görmüyor, meselesi kendisidir ve sadece kendisine faydası vardır. Amaçları ve istemleri uğruna halkları ve bireyleri acılara sürükleyip kullandıktan sonra, onlara teşekkür olsun diye tarihin çöplüğüne fırlatıyor. İnsanlığın da meselesi tam anlamıyla egoist bir mesele değil midir?
Kendi meselesini bizim meselemizmiş gibi gösteren ve bizim çıkarlarımızdan dem vuran herkese tüm meselesinin sadece kendisinde düğümlendiğini açıklamama gerek yok. Bir kez olsun diğer kavramları da gözden geçirin. Hakikat, özgürlük, hümanizm, adalet, sizden kendilerine hayran olmanız ve hizmet etmeniz dışında başka bir şey istiyorlar mı?
Tüm bunlar sizden gayretle boyun eğmenizi bekliyor. Sadık yurtseverlerce savunulan şu halka bakın bir kez de. Halk için kanlı savaşlarda ölen ya da açlık ve sefaleti göze alarak savaşan yurtseverler, halkı ne derece ilgilendiriyor? Halk onların bok yığınına dönüşen cesetleri arasında "yeşeren halk" oluyor! Bireyler, "halkın büyük meselesi için" ölürken, halk onlara arkalarından teşekkür yolluyor ve kadavralarından kendine kàr payı çıkarıyor. Buna ben okkalı bir egoizm derim.
Şimdi de "Benim" dediği şeyleri şefkatle koruyan sultana bakalım. Sultan tam bir özgeci değil midir ve onun olan şeyler için yaşamını daima adamamış mıdır? Evet, "onun olanlar" için, tabii. Sen ona değil, kendine ait olduğunu göstermeye çalış ve bunu bir kez olsun dene: onun egoizmini reddetmekle zindanı boylayabilirsin. Sultanın meselesi kendisidir: o bir bütünlüktür ve kendisi için biriciktir ve "onun" olmak istemeyen birini tahammül edemez.
Bu parlak önerilerden egoistin çok daha iyi hareket ettiğini anlayamıyor musunuz? Ben, kendi adıma bundan bir ders alıyor ve bu büyük egoistlere özgeci davranıp hizmet edeceğime, kendim egoist oluyorum.
Tanrı'nın da, insanlığın da işi kendilerine dayanmaktadır, kendileridir. Benim meselem de benim. Tanrı gibi her şey ve hiçim, biriciğim.
Eğer Tanrı ve insanlık, sizlerin de doğruladığı gibi, bir bütünlük iseler, benim de onlardan eksik bir yanım yok ve "boş" olduğuma dair bir şikayetim de yok. Ben hiçim derken, boş olduğumu söylemiyorum, bizzat yaratıcı bir hiçim, bir yaratıcı olarak her şeyi yaratan bir hiç.
Tepeden tırnağa kadar benim olmayan her işe uğurlar olsun! Sizce benim işim en azından "iyi bir iş" olmalıdır? Nedir iyi iş, kötü iş! İşim demek zaten ben demek'im. Ve ben ne iyiyim, ne de kötü. İyinin de kötünün de benim için hiçbir anlamı yoktur.
Tanrı'nın işi, insanlığın işi, gerçeğin işi, iyinin işi, doğrunun işi, özgürlüğün işi ve daha niceleri. Bunların hiçbiri benim işim değildir, benim işim sadece benim olandır ve o genel değil, biriciktir, benim gibi.
Hiçbir şey benden üstün değildir!
Gerçek deliler, sadece kendileri olmayı becerebilenlerdir, deliliğe öykünenler ise; hiç bir şey olamayıp delilikle kendilerini maskeleyenlerdir. 

ÖZCE

Oyum Ben




Ben kardeşinin imgesini ya da gölgesini
(ikisi de aynı şey) sessizliğin ya da kadehinin
aynasında izleyen o boşyüce gözlemciden
daha az boşyüce olmadığını bilen biriyim.
Ben, benim suskun dostlarım, salt unutuştan
Başka bir öç ya da bağışlanma olmadığını
bilen kişiyim. Bir tanrı bu garip
Çözümü sunmuş her türlü insan kinine.
Bunca gezip dolaşmama karşın, tekil çoğul, 

Yorucu, garip, kendimin ve başkasının
zamanının labirentini bir türlü çözemedim.
Hiç kimse değilim ben. Kimseye kılıç çekmedim
savaşta. Yankıyım, unutuşum, hiçliğim ben.
 
Jorge Luis Borges

Tıkanmışlık saçmalığı

İnsanların mutsuzluklarının en temel nedeni, istekleri ve  hayalleri ile yaşadıkları arasında  sıkışıp kalmaları sanırım. Bu tıkanmışlığın suçunu  pek çok başlık altında toplayabilir insan. Oysa tüm başlıklar  kişinin kendini kandırmasından ibarettir. Tüm tıkanmışlıklar; umutlar, beklentiler ve yetersizlikler tek bir nedenledir. Ya özlenen şeyleri gerçekten istemiyoruzdur yada kişiliğimizdeki zaaflar ve zayıflıklar, kendine acımalar tıkanmalara yol açıyordur.Yeterince istenmiş hiç bir hayal  eylemsizliğe mahkum edilmez. Değişmek, değiştirmek ve ne istiyorsanız onu başarmak ,yaşamak elinizdedir ve yaşamamakta.
Hiç kimse size düzenin insanı olun demedi.........kendi seçimleriniz ve sonucu; mutsuz, bezgin ve sevgisiz iseniz sorumlusu da sizsiniz. Ne yaradılış, ne başları ne aileleriniz sadece siz. Kendi ile yüzleşememiş, geçici mutluluklarla avunmuş kişilerin kendileri olmasını da bekleyemezsiniz.Çünkü kendi olabilmiş kişiler mutsuzluktan bahsetmezler..Kendi olabilmenin gerçekliği her şeyin üzerine çıkar. Birileri gibi değil,kendi gibi.
Öz

Seksus

"Bir kadına sahip olmak daha doğrusu herhangi bir şeye sahip olmak hiçbir şey değildir. Önemli olan yaşamaktır bir insanla ya da sahip olunan şeylerle. Sonsuza kadar tutkun kalınabilir mi insanlara ya da nesnelere? Suç değildir sevmek ya da sevilmek. Gerçekten suç olan şey, bir insanı, sevdiğiniz, sevebileceğiniz tek kişi olduğuna inandırmaktır."


"Yağmur damlaları kabuğuna damladığında, salyangoz da şaşırır. Kendi yokluğunda garnizonunun yok olduğunu öğrenen general de şaşırır. İnsan denen hayvanın nasıl ahmak ve hissiz olduğunu gördüğü zaman, Tanrı'nın kendisi de şaşırır"

Ben Aslında Sürekli Özlüyorum

Ben çılgınlık dünyasına en derin, en sonsuz yolculuğu yaptım.En acı veren yolculuğu yaptım.Çılgınlık yoluyla kurtuluşumu ne büyük bir cesaretle tamamladım..Tüm acılardan gövdelerden, güneşlerden, ana babalardan ve çocuklardan , güven ve güvensizlikten, tüm düzenlerden. Bir insanın yaşamı kırk yılda olabilir. Olmalı.  Bir ölüm özlemi değil bu. Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok.

Foucault Sarkacı


"Dünyanın döndüğünü biliyordum; onunla birlikte benim de Saint-Martin-des-Champs'ın da Paris'in de. Hepimiz birlikte Sarkaç'ın altında dönüyorduk, gerçekte kendi düzleminin yönünü hiç değiştirmeyen Sarkaç'ın; çünkü orada, yukarıda asılı olduğu yerden, yukarıya, en uzak gökadalara doğru, telin düşüncedeki sonsuz uzantısı üstünde, Sabit Nokta, sonsuza dek kımıltısız duruyordu.
Dünya dönüyordu, ama telin tutturuduğu yer evrenin biricik sabit noktasıydı.
Böylece, bakışlarım yeryüzünden çok, yukarıya, mutlak kımıltısızlığın gizinin kutlandığı yere doğru yöneliyordu. Sarkaç bana diyordu ki, her şey, yerküre, güneş dizgesi, bulutsular, kara delikler, ilk eonlardan en yapışkan maddeye dek büyük kozmik yayılmadan türeyen her şey dönerken, bir tek nokta, evreni kendi çevresinde dönmeye bırakarak, kımıltısız alır: bir menteşe, bir civata, kusursuz bir kanca gibi. Ben de şimdi bu yüce yaşantıya katılıyordum; her şeyle, hepsiyle birlikte ben de dönüyordum; ama, O'nu Kımıldamayan'ı, Kaya'yı, Güvence'yi görebiliyordum: nesne olmayan, görmeyen, işitmeyen, duyularla algılanamayan, zaman ya da uzam içinde yer almayan, biçimi, ağırlığı, niceliği ya da niteliği olmayan, ruh, us, imgelem, düşünce, sayı, düzen, ölçü, öz, sonsuzluk olmayan, ne karanlık ne de aydınlık, ne yanılgı ne de gerçek olan apaydınlık sisi görebiliyordum."

"Öykü bir barda başlar. Aşık olma gereksinimi. Bazı şeylerin olacağını önceden sezinler insan; o sırada umarsızca bir aşk gereksinimi duyduğu için aşık olur. İçinde aşık olma isteği duyduğu zaman bastığı yere dikkat etmeli insan: aşk iksiri içmiş gibi ilk önüne gelene aşık olur. Bir maymuna bile." 

Ayna

SES


Çok zordu kendini başkalarına anlatmak ve çok zordu başkalarında kendini bulmak. En güzeli
 ayna da kendine bakmak.İçin dışına çıkana kadar, tüm kaypak bencilikler le yüzleşmek; sadece ve sadece her şeyin  seçimlerden ibaret olduğunu anlamak ve nihayet.......
Tüm şeytani sesler susun artık ve tüm inkarcı kaçışlar yok olun. Ben ben ile konuşuyorum şimdi

ÖZCE

Sevgi


Beni sevenler olduğunu öğrendim. Öylesine sevilmek her şeyi değiştiriyor. Uçurumdan düşmenin dehşetini azaltmıyor; ama o dehşete yepyeni bir anlam boyutu getiriyor. Uçurumdan atlamıştım ve son anda bir şey uzandı, beni havada yakaladı. O bir şeyin adına sevgi diyorum. İnsanı düşmekten alıkoyacak tek şey, yerçekimi yasalarını yok edecek kadar güçlü tek şey sevgidir.

Öteki

Bazı insanlar vardır baylar, dümdüz yollarına giderler, sağa sola sapmayı sevmezler; yalnızca maskeli balolarda maske takarlar. Bazı insanlar da vardır, insanın yaradılışının asıl amacının yalnızca döşemeleri çizmeleriyle daha iyi cilalamak olmadığını bilirler. Öyle insanlar vardır, baylar, pantolonları üzerlerine güzel oturuyor diye mutlu olduklarını, yaşamlarının eksiksiz olduğunu söylemezler. Nihayet, boşuna koşuşturup durmayı, onun bunun önünde yaltaklanmayı, en önemlisi de, hiç de istenmedikleri yerlere burunlarını sokmayı sevmeyen insanlar vardır.
Elbette, bağışlamak ve uğranılan hakaretlerin üzerine sünger çekmek en büyük erdemdir. Ama iyi de değildir.Suçsuzluk suçsuz olduğu için güçlüdür.
.


Zerdüşt

Dünyada acıyanların deliliklerinden daha büyük delilikler nerde görülmüştür? Ve dünyada acıyanların deliliklerinden daha çok acı doğurmuş ne vardır?  Yazık bütün o seven, ama acımalarının üstüne çıkamayan kişilere!  Bir gün bana şöyle dedi şeytan: “Tanrı’nın dahi kendi cehennemi vardır: bu, insana sevgisidir.”  Ve şöyle dediğini işittim geçenlerde: “Tanrı öldü: insana acımasından öldü Tanrı.

Acı Çekene Saygı



Tanrı’yla aynı fikirde değilim
İntihar edenlerin cehenneme gideceği konusunda
Kainatın yaratılışına katılmaktan bıktığımda ruhum
İntihar edeceğim ben de
Denenmemiş bir yolla
Nerdeyse bütün akıllı kalpler
İntihar edipsiktir çekmiş yeryüzüne
Ben ateist değilim, babasıymış gibi
Tanrı’ya küsen bir çocuğum
Eğer Tanrı intihar edenleri ve Nietche’yi
Cehenneme gönderirse
Cehennemde yanmayı tercih ederim ben de
Tanrı dürüstlüğü sever
Tanrı’nın hayal gücünü beğenmiyorum
Ben Tanrı olsam
Peygamberler göndermez
Direk konuşurdum insanlarla
Ben Tanrı olsam
Hitler’i iyi kalpli bir Yahudi olmakla cezalandırırdım
Yahut yetenekli bir yazar yapardım onu
İçindeki kötülüğü insanlara değil
Tuvallere boşaltırdı
Ben Tanrı olsam
Devletler yok olur
Gül kokulu bireyler var olurdu sadece
Atlar çılgın zamanlar koşardı
Ben Tanrı olsam
Düşünce gücüyle herkesin
İstediği karakter olmasını sağlardım
Dünya bir şiirin
Yaratılım sürecine dönüşürdü böylece
Ben Tanrı olsam intihar ederdim
İnsanlarla birlikte
Acı çekmeyi öğrenemediğim için

Cesar Mendoza


İlahi Komedya


 Her düşüncenin bir başka düşünceyi doğurması gibi, ilk düşüncede bir yenisini doğurmuş, var olan korkumu bir kat daha     arttırmıştı...
Öfke eklenirse kötü niyetlerine, tavşan yakalamış bir köpekten bile azgın bir biçimde düşerler peşimize...
Kalaylı bir cam olsaydım, dış görünüşünü, içinden geçenleri okuduğum hızla yansıtamazdım...
Yirmi Dördüncü Kanto...
Sıkı tut bu kayayı, çekecek mi seni önce bir dene...
Kuş tüyü üstünde, yorgan altında kavuşulmaz üne...
Hadi kalk! Bedenin ağırlığı altında ezilmedikçe, her savaşı kazanan cesaretinle yen kapıldığın telaşı..
Sözlerimi anladınsa, ders almasını bil...
Haklı bir isteğin karşılığı söz değil, eylem olmalı...
 Büyük bilgeler, zümrüdüanka beş yüz yaşına yaklaştığında ölür, sonra yeniden doğar derler





Of Not Being A Jew

Herkesin bahanesi var, senin yok 
günahlı bir gölgenin serinliğinde 
biraz bekleyebilirsin, daha sonra 
burada kalamazsın, başa dönemezsin 
ama dön 
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!

Kalbime döneceğim, ama hangi yolla? 

İSMET  ÖZEL

Korku ve Titreme





Eğer insanda ebedî bir bilinç yoksa, eğer her şeyin dibinde yalnızca vahşî bir kargaşa, karanlık tutkularda şekil değiştirerek yüce ya da önemsiz her şeyi üreten bir güç varsa; eğer her şeyin altında akıl sır ermez, doymak bilmez gizli bir boşluk yatıyorsa, yaşam umutsuzluktan başka ne olacaktır? Eğer böyleyse, eğer insanlığı birleştiren kutsal bir bağ yoksa, eğer ormanın yaprakları gibi bir nesil diğerinin ardından doğuyorsa, bir nesil ormandaki kuşların şarkıları gibi bir diğerinin yerine geçiyorsa; eğer insan soyu dünyadan, denizden geçen bir gemi ya da çöldeki bir rüzgâr, düşüncesiz ve meyvesiz bir kapris olarak geçiyorsa; eğer ebedî bir unutkanlık, avı için aç bir biçimde pusuya yatmış bekliyorsa ve onun pençelerinden kendisini kurtaracak kadar güçlü hiçbir güç yoksa –o zaman yaşam ne kadar boş ve huzurdan yoksun olacaktır!" (S. 57) 

"Hayır! Bu dünyada yüce olan hiç kimse unutulmayacaktır; ancak herkes kendine göre yüceydi ve herkes sevdiğinin yüceliği oranında yüceydi. Kendisini seven kimse kendisinde yüceleşti ve diğerlerini seven kimse kendisini adaması yoluyla yüceldi; ancak Tanrı'yı seven kimse herkesten yüce hâle geldi. Hepsi hatırlanacaktır; ancak herkes beklentisi oranında yücelmiştir. Birisi mümkün olanı bekleme yoluyla yüceldi, bir başkası sonsuzluğu bekleyerek; ancak imkansızı bekleyen herkesten daha yüce hâle geldi. Hepsi hatırlanacaktır, ancak herkes uğruna çabaladığının büyüklüğüyle orantılı olarak yüceldi."

Soren Kierkegaard


Kalp Zamanı



Ingeborg Bachmann'dan

"Durup dururken seni daha şiddetle düşünmeme yol açacak bir şey yaşamadım. Her şey eskisi gibi, işim var, başarılıyım, çevrem nedense erkeklerle sarılı ama bana pek bir şey ifade etmiyor bu: Sen, güzellik ve hüzün, akıp giden günlerin üzerine dağılıyor." 

"Beni Seine Nehri'ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sularına." 

"Bir düşünce boyu yanında olmama izin ver."

"Sadece yaz bana, bana yaz ki seni bileyim ve hızlı, çabuk geçen günlerde ve olaylarla, pek çok insanla, pek çok işle yalnız kalmayayım."

"İnsan korkularını sadece gerçeğin içine taşıyabilir ve orada çözüp dağıtabilir, düşüncelerinde değil."

"Yaşlanmayı ürpermeden öğrenemiyor insan, çünkü öyle çok sınırlar çekiliyor ki..."

Paul Celan'dan

"Anlatabileceğin her şeyi yaz bana, bunun ötesinde, ara sıra da insan yalnızken ve sadece uzaklara konuşabilirken akla gelen sözcüklerden birini de yaz. Bende aynısını yaparım. Bu saatin en parlak anı." (s.40)

"Sana rastladığımda benim için hem tensel hem ruhsal olandın. Bu ikisi birbirinden asla ayrılamaz Ingeborg."

"Önemli olan sadece bu değil, sadece konuşmak değil, ben senin yanında suskun kalmak da istiyordum." (s.69)

"Beklemek: Bunu da enine boyuna düşündüm. Ama bu, hayatın bize bir biçimde kolaylık göstermesini beklemek de değil mi?"

"Bir gün ve bir gün daha
Lodoslu sen.
Sessizlik yürüdü yanımızda
İkinci, belirgin bir yaşam gibi.
Kazandım, kaybettim, inandık yavan mucizelere,
Göğe irice yazılmış dal, taşıdı bizi
Büyüdü ayın çizdiği yolda,
Bir sabah yükselip girdi düne, şamdanı aldık,
Ağladım avucuna..." (s.83)

"Kendinde değilsin, edebiyatın içindesin."

"Sana yazıyorum Ingeborg. İki yıl önce Paris'te takside, sen ayrılmadan önce, seni son kez gördüğümde ne söylediğimi hatırlıyor musun?
Kendini serüvenleştirme Ingeborg. Böyle demiştim sana." 

Ingeborg Bachmann 
Piktobet

Suskunlar


Kahin, görebilen tek gözüyle aynaya baktı ve Eflatun'u gördü. Bu efendi, sessizliği sessizce dinleyerek, Galata Mevlevihanesi'nin mutfak-ı şerifindeki dibekte kahve dövme işini bırakmadı ve hiçbir zaman da bir Mevlevi dedesi olmadı. Bu onun, olduğu kişi olmaya devam edeceği anlamına geliyordu. Seneler sonra kalbi durduğunda, defnedileceği yer de belliydi: Dergahtaki Suskunlar Haziresi.

Gözlerinin ona gösterdiği yegane şey, o uçsuz bucaksız karanlıktı. Tıpkı sessizliği dinleyen Eflatun gibi, kahin de sustu. Belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu.

İHSAN OKTAY ANAR 

Malone Ölüyor-Samuel Beckett




Bir şeyler değişmiş olmalı. Artıların, eksilerin toplamını yapmak istemiyorum artık. Kayıtsız ve devinimsiz olacağım. Bunu yapmakta zorlanmayacağım. Sıçramamam gerekiyor yalnızca. Ama daha az sıçrıyorum buraya geldiğimden bu yana. Kuşkusuz hâlâ sabırsızca hareketlerde bulunuyorum. Kaçınmam gerekiyor bunlardan, iki üç hafta boyunca. Abartıya kaçmamalı, gülüp ağlamalarımda ölçülü kalarak, kendimi kaybetmemeliyim. Evet, sonunda doğal olacak, daha çok acı çekeceğim, sonra azalacak acılarım, bundan bir sonuç çıkarmayacağım, kendimi daha az dinleyeceğim, ne sıcak ne de soğuk olacağım, ılık olacağım, ılık öleceğim, coşkudan uzak. Ölürken izlemeyeceğim kendimi, her şeyi bozabilir bu. Kendimi yaşarken izledim mi? Yakındım mı hiç? Öyleyse neden seviniyorum şimdi. İster istemez hoşnutum durumumdan ama öyle el çırpacak kadar da değil hoşnutluğum. Hep hoşnuttum durumumdan, alacağımın ödeceğini bildiğim için. İşte eski borçlum da yanımda şimdi. Boynuna sarılmak için bir neden mi bu? Soruları yanıtlamayacağım artık. Kendime başka soru da sormamaya çalışacağım. Beni görebilecekler, artık yeryüzünde görmeyecekler. Bu arada kendime öyküler anlatacağım, becerebilirsem. Eski öykülerin benzeri olmayacak bunlar, işte böyle. Güzel de olmayacak bu öyküler, çirkin de, gösterişsiz olacaklar, çirkinlik de güzellik de heyecan da taşımayacaklar artık, bu öykünün anlatıcısı gibi yaşamdan yoksun olacaklar. Ne dedim ben? Önemi yok bunun. Bana büyük haz vereceklerini umuyorum bu öykülerin, belli bir haz vereceğini. Haz duyuyorum. İşte bu, yeterince şeye sahibim, alacağım ödeniyor, hiçbir şeye gereksinimim yok. Bu arada şunu söylememe izin verin, hiç kimseyi bağışlamıyorum. Onların hepsine rezil bir yaşam, sonra da cehennem ateşi ve dondurucu soğuklar diliyorum, bir de geleceğin iğrenç kuşakları arasında saygın bir ad. Bu akşamlık bu kadar.
anagram

ASILI EROS




                
                Gece, yolunu yarılamıştı. Göklerin yığını, o anda tümüyle sığacaktı
                bakışıma. Seni gördüm, ilk ve tek, yıkılmış kürelerdeki tanrısal dişi.
                Sonsuzluk giysini yırttım, toprağıma getirdim seni, çırılçıplak. 
               Çürümüş yaprakların devingen tortusu her yanımızı sardı.
               Uçuyoruz, diyor hizmetçilerin, acımasız uzayda, - kızıl
               borazanımın türküsü eşliğinde.

               RENE CHAR

Yorgun Serseri - Neal Cassady

Gerçek olamayacak ne var ya da? Sence, bence ve bencilce. Gerçek olamayacak tek bir an, tek bir figüran girmişse hayatına, gerçeklik seni ne kadar yalanlar. Umurumda değil ne kendi söylediklerim ne de senin bana söylemek istediklerin. Sevişmek üzerine uzun uzun konuşmuştuk bir gece seninle ve sabaha kadar üç esmer iki sarışınla yatmıştın sen ben kaldıramayacağım kadar içmiştim ve kaldıramamıştım. Ne komikti bunca rezalet. Hayatımıza onca zilli girmişti ve birkaç hanım hanımcık yosma. Ki biliyorsun ben hepsinde bir şeyler unuttum ayrılırken. Şimdi düşünüyorum da ne gerek vardı. Ne menem bir haykırıştı o her ayrılık. Hayır, kadınları küçümsemiyorum; onlar zaten küçükler. Küçücük dünyaları hep dar geldi bana. Bense hep kendimi okşadım üşüdüğüm her yanlış durakta.
Büyük serseri büyük vurgunlar yiyendir ve tüm vurgunlardan biraz yitik çıkandır mı demiştin; yoksa ‘ siktir et bunları’ mı?
Eski günlerdeki kadar karanlık olabilseydim umursardım bana vereceğin cevabı; şimdilerde hiç olmadığım kadar net’im, her şey o kadar belirgin ki kimsenin düşünceleri, düşüşleri beni ilgilendirmiyor.
Neyse, bizi nasıl olsa anlamayacaklar dostum. Ardımda hamile bir sevgilim olsaydı yinede düşerdim yola ama kafamda bunca acı varken kıpırdayamıyorum bile. Ardımda mutlu bir an bıraksaydım yinede düşerdim yola ama içimde bunca kirli yalnızlık varken kıpırdayamıyorum bile. Ardımda bir ceset bırakabilecek olsaydım yinede düşerdim yola ama kendi cesedimi sırtımda taşıyorken kıpırdayamıyorum bile. Bir bira daha söyle de susalım biraz, ki azıcık da gece konuşsun.
Lanet olsun mu derdin en çok yoksa Allah belanı versin mi? Sanırım ben bu iki kelimeyi de bakire bir kızın dokunulmazlığı olarak görüyorum ve sen böylesine küfürbaz olabildiğin için imreniyorum sana. Bu kadarı yetebilirdi belki ama ben ağlamak istiyorum yinede. Eski, küflü bir ford’un arka koltuğunda göz yaşlarım ve kusmuğumdan oluşan bir gölün içinde ölü bulunmak istiyorum.

Yer Altı Sakinleri - Jack Kerouac

Yeni bir başlangıç yapmak, yağmurda sıfırdan, etten başlamak: “Neden incitmek istesinler ki benim küçücük yüreğimi, ayaklarımı, küçücük ellerimi, beni saran tenimi; hem Tanrı da benim içeride, sıcacık olmamı istiyor; ayak parmaklarım da. Tanrı niçin her şeyi böylesine çürümeye, ölmeye, incinmeye müsait yaptı ve farkına varıp haykırma mı niçin istiyor? Neden bu vahşi toprak ve çıplak bedenler ve kırılmalar? Yaradan tatmin olduğunda, babam çığlık attığında, annem düş kurduğunda ben titredim. Küçükten başladım, büyüdüm, şiştim ve şimdi kocamanım ve bir kez daha, olsa olsa ağlayıp korkan çıplak bir çocuğum. Ah!… Koru kendini zararsız melek, sen ki kendini kabuğu ve incecik peçeli acısı içinde ki bir diğer masumu asla incitmemiş ve incitmeyecek olansın. Üzerine bir urba geçir balkuzum ve kendini yağmurdan koru ve bekle, babacığın yine gelene dek, anneciğin seni ay vadisinin içine sıcacık atana dek, sabırlı zamanın çemberinde dön, sabahları mutlu ol.”